Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Bir pastane, bir hayat, bir tarih...

Baylan Pastanesi, Bebek'teki yeni mekânında müdavimlerini ağırlıyor. Bebek Baylan, Baylan'ı anlatan ve birçok edebiyatçıyı anımsatan kitapçığıyla tarihe tanıklık etmeyi de unutmamış

1960'ların başlarındaki yıllarda Kars'tan kalkıp anneannemin Kadıköy'de Vahap Bey Sokak'taki evine gittiğimde henüz orası yoktu. Belki vardı da ben farkında değildim. Olsaydım da ben öyle tek başıma gidemezdim. Gerçi Kars'ta evden kaçıp beş-altı yaşımda tek başıma sinemaya gitmeyi itiyat haline getirmiştim ama orası Kars'tı. Çok küçük bir şehirdi. Kontrollüydü. Fakat sonra 1960'ların sonlarına doğru keşfettim. Bir gün dayımla birlikte gittik. Bazıları o tarihte çok sevdiğim 'kremayla' yapılmış birkaç pasta yedik. Bayıldım. Ardından, orada yapılan, adını bir türlü bilemediğim küçük, yuvarlak, bir yüzü çikolata kaplı, hamuru acı badem kurabiyesi hamuruna benzer, içinde rendelenmiş portakal kabuğu bulunan bir kurabiyeye ailece meftun olduk. Dayım, sevgili dayım, her İstanbul'dan dönüşümde kutu kutu alıp yanıma verdi, kendisi Ankara'ya gelirken kutu kutu taşıdı onlardan bize. Ben de artık haylidir kendi başıma bu Kadıköy Baylan denilen ve adını en az kendisi kadar sevdiğim pastaneye kendi kendime gidip oturur olmuştum. Sonra dayımın Karaköy'deki avukatlık yazıhanesine gidip gelmeye başladım. Karşısında Nordstern Han'ın altında Baylan vardı. Orası daha bir başkaydı. Uzun tabureleri ve önünde yer aldığı uzun bir tezgâhı vardı. Sonradan öğrenecektim ki, onun adı tagsbar yani gündüz barı imiş. Ben daha o yıllarda kahvelerde ve pastanelerde oturmayı sevdiğimden, Karaköy Baylan'la Kadıköy Baylan'la kurduğum ölçüde yakınlık kuramadım. O civardaki pastanem henüz kapanmamış Markiz'di. (Orada bir gün cebimde beş para yokken bütün pastaları mideye nasıl indirdiğimin ve dayımın gelip beni nasıl kurtardığının, bizi izleyen sonradan Haldun Taner olduğunu öğrendiğim beyin öyküsünü belki başka bir zaman anlatırım.) Fakat her Karaköy yolculuğu Baylan'da bir durak anlamına gelirdi.

ATTİLA İLHANSIZ OLMAZ
Sonra gittim Ankara'da bir binanın bodrum katındaki bir dairede çalışan Bilgi Yayınevi'nde penceresiz bir odada oturan Attila İlhan'ı buldum. 1976'ının ilk günleri. 1981'e kadar neredeyse her gün görüştük. Bu defa hiç görmediğim bir Baylan, Beyoğlu Baylan, onun anılarında, anekdotlarında, öykülerinde çıktı karşıma. Bir gün belki birkaç saatliğine İstanbul'dayım. Aklıma esti, o tarihlerde Elmadağ'daki Divan'ı mekân tutmuş Attila Ağabeyi gidip görmek istedim. Vardığımda çıkmış kapıdan, Beyoğlu'na doğru yürümeye başlamıştı. Yanına gittim. Dalgın, sıkıntılı bir günüydü. Eli cebinde pek öyle fazla konuşmadan İstiklal Caddesi'ne girdik. Yürüyoruz. O bir yandan anlatıyor. Çiçek Pasajı'nın oradan Meşrutiyet Caddesi'ne döndük. Yıkık, inşaat halinde bir yapıyı gösterip, 'burası' dedi, 'Emperyal Oteli'ydi. Param olduğunda gelir burada kalırdım.' (O otel yapıldı, yerinde duruyor.) Bazı pasajları gösterdi. Oralarda çektikleri filmleri anlattı. Çorba içtikleri bir dükkânın yerini gösterdi. Pavyonları gösterdi. 'Buralara girer çıkardım dedi'. Nihayet, sokakta bir yapının vitrinini işaret edip, 'Baylan'dı burası' derken yan gözle olsun bakmadığını fark ettim. Vedalaştık. Elinde çantası, diğer eli kot pantolonunun cebinde çekip gitti. (Onunla Ankara pastanelerindeki öykülerimizi de belki bir gün yazarım.) Yazının burasında 'sonra anneannem, sonra dayım, sonra Attila Ağabey çekti gitti bu dünyadan. Geriye bir tek Kadıköy Baylan kaldı,' diyebilirdim. Aslında uzun süre öyleydi. Üstelik ben kendime bir alışkanlık edinmiştim. Yılda hiç değilse bir defa Kadıköy Çarşısı'na gidiyor, orada dolaşıyor, Çiya'da yemek yiyor, ardından Baylan'a geçip ısmarladığım Cup Grillee'den (kup griye) adetim olduğu gibi bir iki kaşık sadece alıp kenara itiyordum. Bir de dostum Maryse Posenar vardı orayı bilen ve layıkıyla 'kullanan'. O da eşi Albert'le birlikte, ikimizin de ortak tutkusu olan uykuluğu mevsiminde, ağzına layık biçimde bol kremalı yapıp mevsiminde gövdeye indirdikten sonra, vapur, dolmuş vs. ile Baylan'a gidip üstüne kup griye yiyorlardı. Geçenlerde epeydir inmediğim Bebek'te dolaşırken gözlerime inanamadım. Karşımda Baylan duruyordu. İşim aceleydi, uğrayamadım, geçtim. Aklıma bütün bu anılar üşüştü. Ardından bir akşam kapının önündeki sandalyelere ilişip bir kup söyledim. Tadı aynıydı. Hatta kapının önündeki sandalyeler, saksılar içindeki çiçekler ayrıca Kadıköy Baylan'ı anımsatıyordu. Eh, dedim, Baylan ayağıma geldi. Hele Baylan'ı anlatan bir de kitapçık yayımladıklarını görünce doğrusu daha da sevindim. Bizde neredeyse hiç görülmeyen bir şey yapmışlar, Baylan'ın öyküsünü anlatmışlar. Bilhassa Beyoğlu Baylan'dan geçen edebiyatçılar, onlardan alıntılar var. Gerçi orayı 'keşfedip' edebiyat âlemine sokan Attila İlhan'ın sadece adı geçiyor ama bu onların kabahati değil, o, diğerleri gibi anılarını anlatmadı, Baylan bazı yazılarında sadece bir anıştırma olarak kaldı. Oysa Salah Birsel başta diğerleri onu anlattıkça anlattı. O alıntılar yer alıyor kitapçıkta. Bu büyük bir kazanç.

İLK GÖZ AĞRIM KADIKÖY'DEKİ
Bütün bunların ötesinde çok önemli bir öykü Baylan. Önce 1923'te Beyoğlu'nda ilk yerinde açılıyor. 1925'te Karaköy şubesi oluşturuluyor. Anlattığım edebiyat hikâyecilerinin müdavimi olduğu yeni yerine 1933'te taşınıyor. Arnavutluk'tan göç eden bir aile işletmesi burası. Sonra baba Philippe Lenas, oğlu Harry'yi yurt dışına gönderiyor. Viyana'da, Luzern'de pastacılık, tatlıcılık eğitimi görüp geri gelen genç girişimci bu işleri büyütüyor. O meşhur kup griye onun icadı. İlk adı L'Orient sözcüğünün okunuşu olan Loryan'mış. 1930'larda Türkçe konuşma dalgası çıkınca sanat tarihçisi ve Yunus Emre divanı editörü Burhan Toprak'ın önerisiyle Baylan oluyor. Baylan Çağatayca kusursuzluk, mükemmellik demekmiş. Şimdi gökten üç elma düşsün. Birincisi, benim bildiğim Baylan ismiyle müsemmaydı. İkincisi, şu büyük İstanbul'da üstüne böyle bir tarih inşa edeceğim o kadar az kuruluş var ki. Üçüncüsü, tamam, Bebek'teki Baylan'a çok sevindim ama bu ilk göz ağrım Kadıköy Baylan'dan vazgeçeceğim anlamına gelmez. Onun arka bahçesinde yakında beni ziyaret edeceğini söyleyen 1945'ten sonraki İstanbul, daha doğrusu Beyoğlu, tarihini kendisinden dinleye dinleye bitiremediğim annemle ilk fırsatta gidip oturacağım. İkimize de birer kup griye...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA