Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AHMET ÖRS

Yemek, içki ve müzik dengesine ihtiyacımız var

Yemeğe gittiğinizde gümbür gümbür çalan bir müzik veya orkestradan memnun musunuz? Ben yanımdakinin ne dediğini bile duymuyorum

Son haftalarda yemekli davetlere, birkaç da düğüne katılmam gerekti. Gündelik yaşamımda dostlarımla yemek yediğim yerler genellikle sakin restoranlardır. Bu gibi yerlerde kaliteli hoparlörlerden mekâna, nereden geldiği ve hangi esere ait olduğu belli olmayan çok hafif tonda müzik yayılır. Dolayısıyla sofrada benim için çok önemli olan sohbet, bu tür sözüm ona sanatsal ya da eğlence amaçlı faktörlerden etkilenmez. Gelgelelim, bu son haftalarda katıldığım yemekli davetler benim için azap oldu. Kibar sofralarda nereye oturacağınız önceden bellidir ve siz daha kokteyl sırasında masanızın numarasını öğrenmiş olursunuz. Bazı davetlerde protokol kuralları fazla ciddiye alınır ve eşler yan yana oturtulmaz. Kısmetinize iki yanınıza da hiç tanımadığınız ya da hiç hoşlanmadığınız birileri düşse bile, 10-12 kişilik yuvarlak masayı çevreleyenler arasında nasılsa tanıdık birileri vardır. Onlarla ya da eşinizle sohbet edebilmeyi umarsınız. Heyhat! Daha başlangıç yemekleri servis edilmeden sahnede küçük bir müzik topluluğu belirir. Kişi sayısına bakarak onları küçümsemeyin; zira az sonra elektronik synthesizer, bas, davuldan oluşan üç enstrümanıyla bir solistin, Çaykovski'nin 1812 uvertürünün son bölümünü seslendiren 100 kişilik dev bir senfoni orkestrasından daha fazla gümbürtü kopardığını göreceksiniz. Ne var ki siz sahnedeki topluluğu dinlemek için değil, davetli olarak katıldığınız o özel akşamda diğer davetlilerle birlikte hoşça vakit geçirmeyi, sohbet etmeyi ummaktasınız. Zaten amacınız konser dinlemek olsa, bilet alır canınızın istediği tür müziği dinlemeye gidersiniz. İnanın, son katıldığım bu tür davetlerde bütün akşam sağımdaki solumdaki kişilerle bile anlaşabilmem mümkün olmadı. Her seferinde eve dönerken bağırmaktan sesim kısılmıştı. Delikanlılık yıllarımdan hatırlarım, genç kuşaklar da eski Hollywood filmlerinden bilirler; eskiden şık restoranlarda orkestra çalardı. Siyah kuyruklu bir piyano, amplifikatörlere bağlanmayan bas ve davul, olsa olsa hafifçe tıngırdayan bir elektrogitar ve de bir ya da iki nefesli saz.

ESKİDEN UYUM VARDI
Kıyafetleri bile bambaşkaydı müzisyenlerin. Genellikle sahneden inip ortalıkta pek dolaşmazlardı; çünkü garsonlarla karıştırılmaları işten değildi. Hepsi smokinli ve siyah papyonluydu. Repertuvarları bugün ancak internetin müzik paylaşım sitelerinde rock & roll öncesi dönem müzikleri başlığı altında bulunabilecek, 19. yüzyıl içinde bestelenmiş, sonra da küçük bir topluluk için düzenlenmiş parçalardı. Başka deyişle, kadeh tıngırtıları, çatal bıçak sesleri ve masalardan yükselen konuşma mırıltılarıyla uyum sağlayan hafif parçalardı bunlar. Normal olarak sanatçı takımının gıdası olan alkış bu ortamlarda âdetten değildi. Çünkü ıstakoz ya da fileminyon yerken çatalı bıçağı bırakıp alkışlamak yakışıksız bulunurdu. Müzikten beklenen, sofradakileri rahatsız etmemesiydi çünkü burada önemli olan yemek ve sofra sohbetiydi. Bugün trendy bir İtalyan restoranına gittiğimde, örneğin Placido Domingo gümbür gümbür sesiyle yüreğimi hoplatıyor, yerimden sıçrayıp çatalımdaki linguini'yi tabağa düşürüyorum. Rahmetli Tuğrul Şavkay, Mozart hayranıydı. Mutfak Dostları Derneği'nin başkanlığını yürüttüğü dönemde bir gala akşamında yemek müziği olarak CD'den Mozart'ın aryalarını çalmak gibi parlak bir fikir ortaya attı. O akşam ne doğru dürüst yemek yiyebildik ne de aryaların tadına varabildik. O akşam opera aryalarının dinleneceği yerin opera salonları olduğu konusunda hepimiz görüş birliğine vardık. Müzik meraklısı olduğumu, konserleri takip ettiğimi bilen dostlarım, hoşuma gitsin diye yemeğe çağırdıklarında klasik müzik çalarlar. Ancak müzik sevmek başka, yemek yerken müzik dinlemek başka şeydir. Öncelikle yemeği çiğnerken müziği hakkıyla dinleyemezsiniz. Kaslar çiğneme işlemini yürütürken işitme duyumuzu olumsuz etkiler. Keyifli bir sofra sohbeti de sürdürülemez. Çünkü iyi bir müzik başka hiçbir şeyle paylaşılamaz. Özenle hazırlanmış bir sofrayla Beethoven ya da Schumann'ı yarıştırmak ise yemeklere haksızlık olur.

HOPARLÖRLERİN GÜCÜ
Diyeceksiniz ki, kaç sofrada sözünü ettiğin klasik eserler çalınıyor? Doğru, genellikle restoran ve otel salonlarında, gelişmiş elektronik donanımlı çeşitli pop akımlarının temsilcileri, stadyum tribünlerini hoplatacak denli güçlü hoparlörleriyle yüksek sanatlarını yemek yiyenlere acımasızca dinletiyorlar. Bu sanatçılar öylesine önemli kişiler ki, ne davet sahipleri ne de otel ya da restoran yöneticileri ses volümünü düşürmeleri için onları uyarma cesaretini gösterebiliyorlar. Onlar da sesi artırdıkça artırıyorlar. Eskiden gece kulüplerinde orkestra paydos edeceği zaman İzmir Marşı çalardı. Herkes de toparlanıp gitme vaktinin geldiğini anlardı. Şimdi daha tatlı servisi yeni başladığında müziğin volümü daha da yükseliyor, ses dalgaları adeta cildinizi acıtmaya başladığında, apar topar davetten ayrılıyorsunuz. Ancak bu, benim gibi yemek yiyip sohbet etmeyi isteyenlerin sorunu. Yoksa bar tezgâhı önünde tıkış tıkış toplanıp sabahın erken saatlerine kadar birbirlerinin kulağına bağırarak muhabbet eden gençler bu desibel bombardımanından şikâyetçi görünmüyor. Kanımca sofrada amaç, yemeği, içkiyi, müziği denge içinde bir arada bulundurabilmek olmalı. Birinden birinin baskın çıkması dengeyi bozuyor. Denge bozulacaksa, bu, yemeğin lehine olmalı. Zira ağzının tadını bilen biri için yemek, içkiden de, müzikten de daha öncelikli.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA