Yarın, benim gibi 'gece insanlarının' kutlu günü. 21 Aralık, yani Şeb-i yelda: 'Yılın en uzun gecesi'. Yarın gündüz vakti, hem sevimsiz hem cüce. Tamam, 23 Aralık'tan itibaren gündüzler üstünlüğü ele almaya başlayacak ve yavaş yavaş geceler kısalacak. Bu da karanlık severler için üzüntü verici tabii... Ama bazı insanların biyolojik saati farklı işte. Kimi ve de aslında çoğunluk, sabahın enerjisini, temizliğini, güzelliğini anlata anlata bitiremez, hava kararmaya başlayınca içine bir kasvet çöker ya. İşte bizim saatimiz onlardan farklı çalışıyor. Hava karardıkça bizim içimiz açılıyor. En dinç, en üretken, en sevimli, en coşkulu, en tutkulu, en sevgi topu olduğumuz saatler günbatımından itibaren başlıyor. Sabahları duşta şarkı söyleyerek, gülücük saçarak uyananlardan değilizdir biz. Ki şartlar el veriyorsa, mümkünse sabahı yaşamak da istemeyiz. Hatta gece âşıklarının yatak odaları en kalını, en koyusundan perdelerle döşelidir, panjurlar sonuna kadar iniktir ama o da yetmez, üstüne bir de Hollywood 'ırıspıları' gibin uyku gözlüğüyle yatarlar. Sevmiyoruz kardeşim sabah güneşini, 6.00'da kalkıp spor yapmayı, sabahın 7.00'sinde kahvaltı sofrasına oturmayı... Zorla mı? Üstelik siz bakmayın bizim loş dünyamıza. Neşemiz de, muhabbetimiz de, sabah insanlarına 10 basar doğrusu. O yüzden bizlere akşam misafir gelenler gitmek bilmezler. En sabahçısına icabında geceyi sevdirmeyi de biliriz yani. Bir kere en güzeli, el ayak çekilir, şehir bize kalır yahu, bu bile yeter... Doğa da öyle... Gece denize girmek bizim için son derece sıradandır, düşünsenize...