Türkiye'nin en iyi haber sitesi
METİN SEVER

İçimizdeki İsviçreliler!

Biliyorsunuz İsviçre'nin el yapımı saatleri ünlüdür. 10 binden fazla parçadan oluşan bu saatler, uzun yıllar teklemeden çalışır. Ancak içinden minicik bir parçayı alırsanız sistem çöker, saat durur. İsviçre'nin de saati teklemeye başladı. "Minareyi çalan kılıfını hazırlar" sözünü mecazi anlamından çıkardılar. Minareyi külliyen götürdüler. "Babacan, minaresiz cami olur mu?" diye sorsan kılıfını da hazırlamışlar. Ama kılıf eski püskü. Kir pas içinde. Çok sayıda lekesi var:
Yabancı düşmanlığı, ırkçılık, neo-faşizm. Çünkü "pis" buldukları, "kaba saba ve barbar" gördükleri Müslümanların farklı kültürleriyle yaşamlarını tehdit ettiğini düşünüyorlar. Kendilerini tehlikede hissediyorlar. Korkuyorlar. Ancak tekleyen İsviçre'nin saati değil. Avrupa'nın saati tekliyor.
Avrupa merkezci ırkçılık yayılıyor. Adalet, eşitlik ve özgürlük projesi olan Aydınlanma, özgürlükleri referanduma sunuyor. Akıl çoktan insanın yol göstericisi olmaktan çıktı. 'Efendisi' haline geldi ve buyurganlaştı. İnsanı özgürleştirmek için yola çıkan Aydınlanma, her iki yerde de dogmaya dönüştü. Dünyanın Nietzche'nin içgüdülerine daha çok ihtiyacı var. "Kapitalist olmayan bir kültür ancak Batı dışında gerçekleşebilir," diyen Foucault'nun öngörülerine de. Avrupa'nın içinde bulunduğu bu ruh haline kızabilirsiniz. Öfkelenebilirsiz. Ancak bu ruh halinin 'ikizinin' içimizde yaşadığını unutmayın. İsviçre aynasındaki buharı sildiğimizde bazılarımız kendi suretiyle karşılaşabilir. Çünkü bizim modernleşme projesinin merkezinde olanlar da kendi içindeki 'ötekine' karşı ırkçı, ayrımcı ve faşist. Bizim 'seçkinimiz' de Kürtlerine, yoksuluna, dindarına karşı tahammülsüz. Yakup Kadri'nin Ankara romanı bizim modernleşme projemizi anlatır. Bir cumhuriyet ütopyasıdır. Muasır medeniyet seviyesine ulaşma hayalidir. Milli Mücadele'den itibaren Cumhuriyet'in uzun bir evresi romanın kahramanları Selma ile kocası Ahmet Nazif üzerinden anlatılır. Ancak modernleşme, Batılılaşma hayali istendiği gibi gitmez. Roman Selma'nın hayal kırıklıklarıyla doludur. Nitekim Yakup Kadri de romanın 1966'daki baskısına eklediği önsözde hayal kırıklığını ifade eder.
İşin ironisi romandaki mürebbiye de İsviçrelidir. Yani yıllar sonra hem Avrupa hem Türkiye'nin modernleşme serüveni tıkandı. Modernleşmenin öğreticileri olan 'Mürebbiyeler' de, 'Selmalar' da tedirgin ve baskıcı. İkisi de 'medeniyetler çatışması'ndan yana.
İkisi de birbirinin ruh ikizi. İkisi de birbirini besliyor.
İkisi de kendini merkez sanıyor. Diğerini küçümsüyor. Avrupa aşırı sağı medeniyetin merkezi olduğunu düşünüyor. Bizim 'seçkinler' de kendisini uygar ve çağdaş sanıyor.
İkisi de başka simgelerden hoşlanmıyor. İkisi de kendine demokrat. İkisi de demokrasiyi sadece kendisi için istiyor.
İkisi de farklılıklardan hoşlanmıyor: Farklılaşmayı tehlikeli buluyorlar. Birisi Batı diğerleri laik cumhuriyet için.
İkisi de daralma ve küçülme önermekte: Batı'nın "Huntington'ları", Batının evrensel ve ilerlemeci ideallerini terk ederek kendi coğrafyasına ve kabuğuna çekilmesini savunmakta. Bizimkiler de kendi sınırlarında kalmayı istemekte. Ve ikisinin de içinde bulunduğu durum dramatik. Ama biz yine de yazıyı ironik bitirelim. Geçenlerde bir tanıdığımın başına gelmiş. Otobüste. Ayakta giderken, demirlere tutunmuş. Ancak demir bir sağa bir sola gitmeye başlamış. Meğerse bizimkinin tutunduğu bir görme engellinin bastonuymuş. İşin ironik tarafı görme engelli vatandaş "şuradan tutun" diye demiri işaret ediyormuş. Bakalım bu durumda kim kime yol gösterecek.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA