Gelgelelim, 15 Temmuz akşamı slogan dahil hiçbirine ihtiyaç yoktu. Kaldı ki o gece herkesin dilinde en güzel kelam, Allahu Ekber vardı. Evet, o gece slogana falan ihtiyaç yoktu; vatana kahpe bir saldırı söz konusuydu ve meydanlara çıkan herkes yüreğini ortaya koymuştu. Adeta "kendinden zuhur diyalektiği" gerçekleşmişti.
Benim de 3 oğlumun aralarında olduğu gençlerden Kazan'ın 70 yaşındaki delikanlılarına, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde tanklara karşı duran o yiğit kadından, tankların altına yatan 44 yaşındaki Gümüşhaneli o işçi kardeşimize ve şehid Mustafa Cambaz'dan şehidAbdullah Tayyip Olçok'a kadar herkes "etrafına bakmadan ben varım" demişti. Ben "varım" diyenlerin yazdığı "15 Temmuz Destanını" tüm dünyaya anlatmak da hepimizin boynunun borcudur.
Bu duygularla, 15 Temmuz sonrası, 22 gün 22 gece süren nöbet günleri için bir TV kanalında söylediğim sözler yazık ki çarpıtıldı. Dahası, malumunuz, bir linç kampanyasına dönüştürüldü. Tekrara lüzum yok. "Bir yemin önerisi ve AK Partili Gençler için Not 2" (15 Ağustos 2016, Yeni Şafak) başlıklı yazımın sonunda yer alan "NOT 2" bölümünü okursanız meseleyi tastamam anlarsınız… Televizyonda fasılasız program yaptığımız o günlerde birçok kez, "sizin bu günlerde en önemli göreviniz nöbetteki insanlara hizmet vermektir" diye belediyelere çağrılar yapmıştık.
Her televizyon programının ardından da meydanlara çıkmıştık. Gerek Kısıklı'da konuşma yaparken gerek Esenyurt meydanından canlı yayın yaparken, gençlerimizin elinde, buldukları koliden bozma mukavvalara tükenmez kalemlerle yazılmış dövizler görünce, keşke meydanlarda nöbet tutan bu gençlerimize dövizler hazırlanıp verilseydi diye düşünmüştüm.
Hiçbir söz hiçbir slogan bulunmazsa, tüm şehitlerimizin isimleri teker teker yazılıp verilemez miydi? Mesela, bir dövizde "Ömer Halisdemir burada," bir diğerinde "Halil Kantarcı burada" yazardı. AK Parti gençlik teşkilatı başkanı kim, yöneticileri kimlerdir, inanın bilmiyordum. Hatta bir önceki gençlik başkanının adını verip, AK Parti gençlik başkanı budur, denilseydi, inanırdım. Çünkü değiştiğini bile bilmiyordum.
Demem o ki, hiçbir şahısla meselem yok. Zaten linçe meze edilen mezkur TV programında da bunu hassaten belirtmiştim. Mahut linç kampanyasından bir gün önce, Melih Ecertaş son derece saygılı ve seviyeli bir mesajla görüşmek isteğini dile getirdiğinde gençlik kolları genel başkanının kim olduğunu öğrendim. Kestirmeden konuşalım; ben bu gençliğin abilerindenim, 3 oğlum da aralarında olduğuna göre, çoğunun da babası yaşındayım, demektir.
İlk gençliği hatta çocukluğu 12 Eylül 1980 öncesi Akıncılar teşkilatında geçen bir abileri olarak onlarla benim aramda hiçbir mesele olamaz. Zira… Erdoğan'ın yanında ölümüne duran kim varsa o bendendir ben de ondanım. Nokta. Mesele kapanmıştır. Ne ki, "Erdoğan düşmanı AKP'li fırıldaklara" kötü bir haberim var; meselenin kapanmasıyla yetinmeyeceğiz. Allah'ın izniyle, AK Partili gençlik teşkilatıyla birlikte düşman da çatlatacağız.
Sanmasınlar ki, "siyaset hırsızlarının" yaptıkları yanlarına kâr kalacak. Sanmasınlar ki, TV'deki konuşmamdan 3 gün sonra linç kampanyasını kimlerin başlattığını bilmiyoruz. Çoğunun kimin damadı olduğunu bile biliyoruz. Kalını incesi, büyüğü küçüğü, kısası eziği zamanı gelince hepinizi deşifre edeceğiz.
Bizim de ellerimiz armut toplamıyor. Meydanı "Erdoğan düşmanı siyaset hırsızlarına" bırakmayacağız. Yakında nasıl bir inkılapla sarsılacağınızı göreceksiniz. Nuri Pakdil ustamın sözüyle bitirelim: Bu yazıyı da namluya sürün…