Sanal ortamda öyle cümlelere, öyle yorumlara rastlıyorum ki; istifa edip yerimi o insanlara bırakasım geliyor; "Al kardeşim, sen bu yaratıcılığın ve zekanla bu köşeyi benden daha çok hak ediyorsun" deyip...
Ama sonra şöyle bir şey oluyor, o kişiler herhalde sağdan soldan "Daha çok yazmalısın" gazına da gelip bir süre sonra kendilerine bir blog açıyorlar.
Ya da bir gazete veya internet sitesi tarafından keşfedilip kendilerine bir köşe tahsis ediliyor.
O İNSAN BU İNSAN MI?
Ve de işte ne oluyorsa ondan sonra oluyor. Ya da olmuyor mu demeli?
Defalarca yaşadım; o kısacık iletileri, yorumları, esprileriyle beni fetheden isimler, iş lafı uzatmaya gelince bildiğin çuvallıyorlar. İnanamıyorum, sözlükteki veya Twitter'daki o insan, bu insan mı diye!
O kadar katır kutur, o kadar tatsız, o kadar kimyası bozulmuş, sıkıcı yazılar...
Bir de yine o hayranı olduğum, binlerce takipçisi olan isimlerin televizyona çıkanları var.
DEĞİŞTİR!
Kaç kez yayın saatini bekleyip hevesle oturdum ekran karşısına ve her seferinde de "Keşke nursuz yüzünü görmez, iki lafı toparlayamayan sesini duymaz olsaydım" deyip değiştirdim o kanalı.
Adam veya kadın, iki cümleyle kafamda oluşturduğu karizmasını, ağzını açtığı anda yerle bir ediyor.
Tek bir paragrafa bir kamyon anlam yüklemeyi başaran o dâhiler, ne yazık ki iş konuşmaya gelince iki lafı bir araya getiremeyen 'hede hödö'lere dönüyorlar çünkü.
Demek ki neymiş; taş gerçekten yerinde ağırmış.
Bazen "Ne olduysam oldum" deyip kalmak, bulunduğun yerin tadını çıkarmak, "Ne olacağım?" diye merak edip tekinsiz sulara dalmaktan daha iyiymiş.