Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Orucu kültürle açmak

Sahurlar, iftarlar, ramazan davulları kültürel Müslümanlığımızın ortak paydası. Kültürel Müslümanlık, inanca dayalı Müslümanlıktan farklıdır. Çünkü Müslüman olmayan veya kendini Müslüman saymayanları da kapsar

Ramazan bu yıl yaza denk geldi. Önümüzdeki yıllarda da öyle olacak. Yaşayan insan hayatında iki defa yaz Ramazanlarıyla karşılaşabiliyor.
Malum her yıl on gün öne geldiğine göre aynı tarihe varması 36 senelik bir devir. Ben yaz ramazanlarıyla 1970'lerin sonunda karşılaşmıştım.
Henüz mühendislik öğrencisiydim. Staj yapardım.
Etrafımda oruç tutup, kızgın güneş altında, aç susuz, balyoz sallayan işçiler olurdu.
Üstünde uzun uzun düşündüğüm inanç, inanmak meselelerinin kaynağı biraz da odur.
Oruç tutulan bir eve doğdum. Annem de babam da aksatmadan oruç tutarlardı. Yaşlandıklarında, sağlık sorunları nedeniyle oruç tutamaz olduklarında bu yeni duruma uyum sağlamaları çok zor olmuştu. Babam her gün eve öğlen yemeğine gelirdi. Ramazanlarda yazıhanesinde kalır, oradaki büyük divanda biraz kestirir, sonra yeniden çalışırdı. Oruç tutamadığı ömrünün son üç Ramazan'ında da eve gitmedi. Eğer yazıhanesinden çıkarsa etraftaki oruçlular onun yemek yemeğe gideceğini düşünebilirdi. Onlara yemeği hatırlatacağı, oruçlarını zorlaştıracağı düşüncesiyle ve bundan rahatsız olacağından o bir ay boyunca oruç olduğu halde gene yazıhanede kalırdı.
Sahurlar, iftarlar, ramazan davulları kültürel Müslümanlığımızın ortak paydasıdır. Daha önce de çok yazdım. Kültürel Müslümanlık, inanca dayalı Müslümanlıktan farklıdır. Türkiye'de olan ama Müslüman olmayan veya kendini Müslüman saymayanları da kapsar. Belki istemez diye adını yazmadığım yakın bir gayrimüslim dostum vardır. Farkında olarak ve olmayarak İslamın bütün amel ve akidesini yerine getirir. Bunun dinler arasındaki benzeşmeyle bir ilgisi yoktur.
Doğrudan görgül bir biçimde edindiği İslami terbiyenin sonucudur ve çok etkileyicidir.
Ramazan her Müslüman ülkede farklı bir biçimde kutlanıyor, yaşanıyor. Benim Osmanlı Müslümanlığı dediğim ve Anadolu Müslümanlığından ayırdığım dinsel kültür her şeyi olduğu gibi Ramazanı da yeniden ve çok hususi bir biçimde şekillendirmiştir. Nasıl mevlut bir Osmanlı/ Anadolu geleneğiyse aynı şekilde bizim Ramazan kültürümüz de bize aittir. Ve son derecede zengin bir kültürdür.
Zengin derken Direklerarası nostaljisi değildir hatırladığım. O bir efsane. Artık efsaneden de çıkmış bir 'şey'. Bir 'boş gösteren'. Buna Karagöz eklenebilir. Buna meddah eklenebilir.
Herbiri kendi içinde ayrı ayrı önemli olabilir bu sahaların. Fakat beni ilgilendiren onlar değil.
Onların bana çekici gelmemesindeki neden Ramazan konusundaki 'sorunlar'ın da kaynağı.

KÜLTÜREL MÜSLÜMANLIK ÖRNEKLERİ
Ramazan deyince beni ilgilendiren 'maddi kültür' denen şeydir. Bunu kabaca gündelik hayata, yaşama biçimlerine ait ögelerin toplamı, onların irdelenmesi diye tanımlamak mümkün.
Bu konudaki en çarpıcı kaynak daha önce de sözünü ettiğim Ahmet Rasim'dir.
Üstadı her okuyuşumda ne yalan söyleyeyim hayretten hayrete düşerim. Nedeni çok açık. Ahmet Rasim Usta mesela bir yazısında güllerden söz eder. Aman kardeşim, kaç çeşit güldür o saydığı.
Bir başka yazısında suları dile getirir. Evde bilmem kaç cins su olmasına rağmen bilmem ne suyu bittiği, o sırada el altında bulunmadığı için 'efendi hazretleri' öfkelendikçe öfkelenir. Ağızlıkla sigara içermiş. Tarihçi ve bestekar da olan Rasim ve ağzılıkları sayıyor. Saydıkça sayıyor.
Bana en çarpıcı geleniyse kahveler. Türk kahvesini sade, orta, şekerli, eski tabirle sade, mazbut, maaskür içeriz değil mi? Ahmet Rasim Bey, kahvehaneleri sayıyor ve onları pişirdiği kahvelere göre tasnif ediyor. Bir kere, bizim şimdi, çok yanlış bir biçimde bildiğimiz gibi, kişi sadece bir cins kahve içmiyor. Yani, 'ben sade içerim' lafı yanlış. Her kahvenin yeri var. Günün belli saatlerinde ve insanın belli 'hallerinde' içilen kahve değişiyor. Ama daha da ilginci kahve cinslerinin kendi içindeki ayrışması. Rasim, bazı kahvehaneleri 'sade kahveleri zehir gibi acı', diğerlerini 'şekerlileri bal gibi tatlı' olduğu için kınıyor. Kullanılan kahvenin cinsi, öğütülüş biçimi, kavrulma miktarı, kullanılan cezve, ateşin cinsi, yakışılışı ve daha neler neler tesir ediyor kahveye.
Uzatmayayım. Maddi kültür budur. Şaka değil, bir büyük imparatorluktan söz ediyoruz.
Onun çağlar içinde geliştirdiği, zenginleştirdiği ve o oranda incelttiği bir kültür var karşımızda.
Bugün o ayrıntı zenginliğinden yoksunuz. Elbette ufak tefek bazı ayrıntılara dikkat eden yerler, onları bilen, arayan, gözeten insanlar var fakat buna yeterlidir denebilir mi? Mümkün değil.
Biz başka bir dönemin, çağın, ihtiyacın insanlarıyız.
Fakat bu geçmişin birikimini yeniden üretmeye mani değil. Bir örnek daha vereyim.
Londra'da gitmekten hoşlandığım bir lokanta vardır. Bir defasında orada yemek yedikten sonra her iyi lokantada yapıldığı gibi sonunda kahve getirirlerken yanında kendi yaptıkları küçük trüf çikolatalar da verdiler. Bir tanesi gül lokumu ile yapılmıştı. Hayret ettim. Sordum, aynen öyle, o meşhur, büyük şef de tesadüfen oradaymış, geldi, anlattı: Meğer birisi adamcağıza bir kutu güllü Türk lokumu götürmüş, o da yiyince bayılmış, ne yaparım diye düşünüp bu yöntemi bulmuş. Olması gereken budur.
Ramazan da şu anlattığım mantığa, zevke ve kültüre uygundu, öyle sadece Direklerarası, Karagöz, meddah değildi. Asıl onu düşünmek ve nasıl bu yoksulluğa düştüğümüzü irdelemek lazım.
Ramazanın o dönemde yaşama kültürüyle iç içe geliştirdiği zenginliği aramak, bulmak, uygulamak şart.
Hele ki, doğru dürüst bir pide, ağızlara layık bir güllaç bulamazken...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA