7 Haziran seçiminin ardından geçen sürede, siyasal partiler bir koalisyon hükümetini mümkün kılabilecek siyaseti üretemediler. Siyasal partilerin pozisyonlarının ötesinde bu durumun en önemli nedeni, tüm siyasi partilerin seçimden bir koalisyon ihtimalinin çıkacağına yönelik her hangi bir beklentiye sahip olmamalarıydı. CHP, AK Parti ile koalisyon görüşmelerine başladığında, görüşülen teknik meselelerin ötesinde görüşmelerin olumsuz sonuçlanmasına doğrudan etki edecek siyasal yüklerle masaya oturdu. Bunlardan ilki, CHP'nin AK Parti karşıtı koalisyonun siyasal söylemlerinin taşıyıcılığını yapmasıydı. "Oy verin gitsinler" şeklindeki süregelen propaganda bu siyasetin taşıyıcı sloganıydı. İkincisi, CHP'nin genelde Türkiye siyasal tarihinin, daha özelde ise tüm AK Parti iktidarları döneminde ideolojik olarak, AK Parti'nin taşıyıcılığını üstlendiği siyasal ve toplumsal değerlerin tam karşıtı bir pozisyonu temsil etmesiydi. Seçimin hemen ardından, AK Parti karşıtı yüzde 60'lık bloğun koalisyon kurması gerektiğine yönelik çabası bu durumu yeteri kadar gösterdi. Kurulacak koalisyonun, "restorasyon hükümeti" olarak kodlanması zaten bu bakışın somut ifadesidir. Üçüncü ise, CHP'nin AK Parti'nin "yeni Türkiye" vizyonu temelindeki "reformcu" siyaset anlayışına karşı, eski CHP kodları üzerine yaslanan bir Türkiye tasavvuruna sahip olmasıydı. Bu bakış açısının en net biçimini örneklendirecek husus, AK Parti seçmeninin önemli bir kazanım olarak gördüğü, eğitim alanındaki düzenlemeleri CHP'nin iptal edeceğini belirtmesiydi. Bunların yanında, CHP'nin koalisyon görüşmelerinde masaya, taktiksel ve pozisyonel olarak oturması, ancak bir stratejisinin olmaması, iki parti arasındaki görüşmelerin süresinin uzamasına yol açtı. CHP'nin parti içi ve seçmen nezdindeki sıkışmışlık darboğazından kurtulmak için mutlak iktidar olma motivasyonu ile masada olması ve diğer meseleleri gittikçe ikincil plana itmesi, AK Parti'de, CHP ile koalisyonun uzun süre devam edemeyeceği görüşünü pekiştirdi. Dolayısıyla AK Parti-CHP koalisyonu kurulsa bile uzun dönemli sürdürülmesi ve belirlenen siyasetin uygulanması imkansızdı.
Tuncay ÖNDER
AK Parti'nin koalisyon arayışı
Bir partinin koalisyon becerisi, sadece kendi tercihine ya da iradesine bağlı olarak ortaya çıkmaz. Toplumsal ve politik vasata bakmadan bir partinin koalisyon performansını değerlendiremeyiz. Evveliyatı olmakla birlikte, özellikle son 3-4 yıldır Türkiye siyaseti, sahicilikten uzak bir çatışma eksenine sıkışmış vaziyettedir. Türkiye'deki politik ve toplumsal muhalefetin ana motivasyonu, AK Parti ve Erdoğan karşıtlığıdır. Bu karşıtlık, tabir yerindeyse bir tür iptilâ hâlini almıştır. Muhalefet, bu karşıtlığın ötesine geçen bir siyasi argüman üretememiş, bir "iyi toplum" tasavvuru geliştirememiştir. 7 Haziran seçimine damgasını vuran da yine bu karşıtlıktı. Seçim gecesi Devlet Bahçeli'nin yaptığı açıklamayla AK Parti dışında kalan yüzde 60'lık blok fikri çökünce, esasen koalisyon için geriye kalan tek seçenek, AK Parti-CHP koalisyonuydu. Bu, aynı zamanda, AK Parti ve Erdoğan karşıtlığının siyasî bir seçenek üretemeyeceğini de göstermiş oldu. AK Parti ve CHP arasındaki koalisyona dayanak teşkil edebilecek tek rasyonel gerekçe, siyasetin merkezinin güçlendirilmesi olabilirdi. Zira 7 Haziran seçimi siyasetin merkezinde bir zayıflamayı ima etmekteydi. Bir önceki seçime göre AK Parti 9, CHP ise 1 puan civarında oy kaybetmişti. Buna mukabil iki merkezkaç parti, oylarını belirgin nispette artırmıştı. Siyasetin merkezindeki zayıflama, AK Parti ve CHP'nin aynı anda kaybetmesi sonucunu doğurmuştu. Her ne kadar iki parti arasındaki görüşmelerin "medenî" bir ortamda gerçekleştiğine vurgu yapılsa da bu görüşmelerden bir netice hâsıl olması için her iki partinin söylemlerinde esaslı bir kırılmanın ortaya çıkması gerekirdi ve iki parti açısından da bunun en azından kendi tabanlarına izahı kolay değildi. AK Parti bakımından bir başka zorluk, koalisyon için 13 yıllık iktidarının bir nevi yanlışlanmasını göze almak durumunda olmasıydı. CHP'nin uzun süreli "restorasyon" hükümeti talebi, zımnen bu 13 yıldaki "tahribat"ın giderilmesi, AK Parti eliyle yürütülen "muhafazakâr modernizasyon"un tersine çevrilmesi amacını ifade etmekteydi. Buna rıza göstermek, AK Parti'nin kendini inkarı dışında bir anlam taşımazdı. Ayrıca AK Parti'ni aldığı yüzde 41 oranındaki oy, 13 yıl tek başına iktidar olmuş bir partiyi koalisyona mecbur bırakacak bir oran değildi. Dolayısıyla beklenen oldu ve meselenin çözümü topluma bırakıldı.
Mustafa ALTU NOĞLU/
MHP'nin koalisyon karnesi
Türkiye hızla yeni bir seçim sürecine girerken, Devlet Bahçeli'nin 7 Haziran sonrasındaki söz ve edimleri özel bir ilgiyi hak ediyor. Bahçeli, daha baştan hiçbir parti ile ortaklık kurmaya gönüllü olmadığını vurgulamıştı. Onun bu tavrını muhafaza ederek kendisine yapılan bütün teklifleri elinin tersi ile itmesi tutarlı ve belirleyici bir hamle olarak değerlendirilebilir. Lakin aynı şey yaklaşmakta olan seçim seçeneğine itiraz etmesi için söylenemez. Çünkü 7 Haziran akşamı gerekirse seçime gitmekten kaçınılmaması gerektiğinin altını çizmesi ile takip eden günlerde seçimin yenilenmesi ihtimaline itiraz etmesi arasında açık bir mesafe var. Şimdi bunun sebebini anlamaya çalışıyoruz. Bahçeli'ye kulak verecek olursak, 7 Haziran'ın hemen sonrası siyasi vasatta, devletin ve milletin menfaatlerine halel gelmeyeceği için seçimlerin yenilenmesi uygundu. Şimdilerde ise artan terör hadiseleri, seçimin hem sağlıklı bir biçimde yapılmasına hem de memleket ve millet yararına bir sonuç üretmesine izin vermeyecektir. Bahçeli'nin seçimin yenilenmesine itiraz etmesinin daha temel bir sebebi daha var: Bu sebep, onun 7 Haziran sonrasında yaptığı değerlendirmelerde açık bir biçimde karşımıza çıkıyor. Şöyle ki, milletvekili seçimleri ile birlikte, Bahçeli'ye göre, halk ilk defa AK Parti'nin yenilgiye uğratılabileceğini görebilmiştir, siyasetteki alternatifsizlik artık rafa kaldırılmıştır. Yani, Bahçeli'ye göre yenilenecek seçimler muhtemelen daha çok MHP lehine bir sonuç üretecektir. Bahçeli'nin partisi lehine sonuç üretmesi muhtemel bir seçime artık itiraz etmesinin sırrı bence tam da burada saklıdır. Koalisyon görüşmeleri sırasındaki her türlü teklifi reddetmeyi esas alan uzlaşmaz tavrının partisinin muhtemel potansiyelini nasıl gerilettiği artık sağır sultanın bile malûmudur. Tam da bu sebeple Bahçeli seçimlerin yenilenmesi ihtimaline direnmektedir.
Yunus AKBABA
HDP'nin koalisyon performansı
7 Haziran seçiminden sonra HDP adına akıllarda kalan tek söylemin "Seni Başkan Yaptırmayacağız" olması HDP'nin koalisyon görüşmelerindeki siyasetini de doğrudan etkiledi. Bu söylem siyasal iletişim ve medya görünürlüğü açısından bir başarı olarak okunsa da söylemin kısırlığı HDP'nin siyasi manevra alanını daralttı. Öncelikle bu üretken olmayan sloganik siyasi taktik ve sonrasında terörün ülke çapında yükselişi HDP'yi koalisyon görüşmelerindeki en pasif aktör konumuna getirdi. HDP'nin en önemli gündem maddesi Cumhurbaşkanı'nın 'başkan' olmaması üzerine kurulu olsa da seçim sonuçlarını etnik ve demografik açıdan inceleyen araştırmalar HDP'nin elde ettiği yüzde 13'lük oy oranının aslında bir Kürt kenetlenmesi/dayanışması olduğunu ortaya koydu. Bu tabanın taleplerini siyasi alana taşımak yerine Erdoğan karşıtlığını devam ettiren HDP, çatışmaların tekrar başlamasıyla kendisine verilen oyları da boşa düşürmüş oldu. Koalisyon görüşmeleri bağlamda, Selahattin Demirtaş ilk önce içeriden ya da dışarıdan AK Parti'ye kesinlikle destek vermeyeceklerini belirterek kendisini hapsettiği cenderenin içinde kalmaya devam etti. HDP'nin bu tutumu çok kısa bir süre zarfında Kandil tarafından tevil edildi. Artık yeni bir sayfa açılması gerektiğini belirten dağ kadrosunun açıklamasından sonra HDP tavrını yumuşatarak farklı bir tablo çizmeye çalıştı. AK Parti'ye kapıları yarım açan HDP, AK Parti-CHP koalisyonunun birinci tercihleri olduğunu kamuoyuna duyurdu. Bu kapsamda AK Parti-MHP koalisyonu ihtimaline sıkı muhalefet eden HDP, kısıtlı da olsa oyun kuramadan PKK devreye girdi. Önce barajları bahane ederek ateşkesi sonlandıran Kandil, son olarak Suruç katliamını AK Parti'ye ihale ederek çatışmanın fitilini ateşledi. Bu bağlamda kendisine barış için oy veren seçmen kitlesi ile Kandil arasında sıkışan HDP'nin beylik laflardan başka edecek sözü kalmadı. Çatışmaların başlaması HDP'nin siyasetini koalisyon görüşmelerinden uzaklaştırdı, HDP ise son olarak CHP ve MHP'nin aksine seçim hükümetinde yer alacağını belirterek oyunun içinde kalma çabalarını devam ettiriyor.