Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ENGİN ARDIÇ

Aşağıki okul

Tavanları işlemeli ve yaldızlıydı... Okulumuzun bir saraydan bozma olduğunu bize kimse söylememişti, bütün ilkokulları da öyle sanırdık.
Yangının içinden bildiriyorum. Kendi yürek yangınımın.
Çünkü her metrekaresinde ayrı bir anım var.
Çünkü orada beş yıl yaşadım. Elli beş yıl önce girdim, elli yıl önce çıktım.
Çünkü sabahları pıt pıt pıt motor sesiyle uyanırdık, vapur geçerken de hep bir ağızdan "kaptan, düdük" diye bağırırdık, kaptan bizi kırmaz, vapur düdüğünü mutlaka öttürürdü, alkışlardık...
Süt mavisi bir sis basar, kıyı tekmil denizanasına keser, denizin şişe yeşili büklüm büklüm yaldızlanırdı...
Ortada bir Boğaziçi Köprüsü falan yoktu.
Okulun önünden de Bebek-Sirkeci tramvayı geçerdi. Bir gece zangır zangır tanklar da geçti.
Feriye Sarayı'nın iki binasının arasındaki boşluğa kalın ve yüksek bir duvar çekmişler, bir binaya Kabataş Lisesi taşınmış, öbür bina Galatasaray'ın ilk kısmı olmuş, "aşağıki okul"...
Kabataşlı ağabeylerimiz sandal kiralayıp okuldan deniz yoluyla tüyerlerdi, biz uzaktan seyrederdik.
Bizim okul bir yasaklar cennetiydi:
Okulun hemen her köşesi ve her şey yasaktı.
Kahvaltıya gitmemek de yasaktı, gece çişe kalkmak da, 10 Kasım günü gülmek de.
Yangında, binada "söndürücü sistem" olmadığı meydana çıkmış. O zamanlar kalorifer de yoktu, üst katın salonunda kocaman bir taşkömürü sobası yanardı. Gürültü edenleri, yaramazlık yapanları, örneğin saat dokuz buçuktan sonra arkadaşıyla konuşanları o sobanın arkasında duvara dizerler, cezaya kaldırırlardı gece vakti...
Şimdi "öğretim üyelerinin odalarının bulunduğu üçüncü kat" lafını duyunca gülüyorum, o kattan burnuma keskin bir Kolynos diş macunu, sakız gibi tertemiz çarşaf ve derin bir yalnızlık, bırakılmışlık kokusu geliyor.
İkinci katta iki salon vardı, taş salon, tahta salon... Küçük sınıfların taş salonda gezinmeleri yasaktı. Tahta salonda, birinci sınıfın kapısının üstünde kocaman bir yazı: "Bilen bilmeyeni yener."
Büyüyünce, hep de öyle olmadığını öğrenecektim.
Sonra, Kabataş Lisesi müdürünün Abdülaziz'in öldürüldüğü odada oturduğunu öğrendiğim zaman, bizim sarayda neler olup bittiğini de çok merak ettim. Araştırdım, bulamadım.
Doksanlı yılların başlarında eşime okulu gezdirdim. Berbat durumdaydı. "Bir Galatasaray Üniversitesi kurulması" da henüz fikir aşamasında... Alt katın en dibinde küçük bir salon daha vardı, kim ne zaman yeltendiyse dört sütun çıkmayı düşünmüşler ama sonra vazgeçmişler, inşaat demirlerinin uçları kararmış tahtalara sarılı öylece dururdu, demiri çekip bırakır, çıkardığı "vınn" sesiyle eğlenirdik. Öylece duruyorlardı, onlar da yanmış mıdır?
Bizim reviri de rektörlük mü yapmışlar ne... Bizim "handball" sahasına da yeni bir bina. (Futbol oynamak yasaktı.)
"Bizim Ethem rektör olmuş yahu" diyebilmenin keyfi de kaçtı şimdi yangınla...
Aha gitti çocukluğum da işte, kül oldu.
Biz ne zaman gideceğiz Ethemciğim?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA