Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SAVAŞ AY

Anelka, Alex, tavla. Bol bol laf ziyanlığı; Levent, Mansur, Serdar'la..

Baş müdürümüz Ergun Bey "Beş dakika sonra B2'de buluşalım" dedi. "10. katta buluşacak halimiz yok ya" dedim cevaben. Gerçi içimden söyledim bunu ama olsun söyledim ya. Aslında asansörlerimizde yazan hiçbir yazının fazla kıymeti harbiyesi yoktur. Biz o yüzden B2 tanımına pek kulak asmaz, oraya 'eksi 2' deriz aramızda.
Neticeten buluştuk ve yola çıktık. İstikametimiz karşı yakadaki Fener Stadı. Yanımızda genç kardeşlerden Mansur Forutan, bir de müdürümüzün yakın arkadaşı Can Bey de var.

Nasıl morardım!..
Trafik sıkış tepiş. Teypten gelen harika bir trompet solo eşliğinde kuğular gibi süzülerek ilerliyoruz. Boş bulunup "ne güzel çalıyor adam" diyorum. Kriz dönemi Amerika'sında pek bir moda olmuş şapkalar vardı ya hani, hah işte onun aynısından birini başına geçirmiş vaziyetteki Mansur lafını koyuyor:
- Biz çalıyor demeyiz, üflüyor deriz genellikle...
Allah'tan arabanın içi loş da morartım belli olmuyor.
Sonra Can Bey bir istihbarat veriyor İzmir'e ilişkin. İstanbul'dan giden bir tiyatro grubu Atatürk Kültür Merkezi'nde oyun oynarken seyirci ayaklanmış ve tempo tutup yazarı yanlarına istemiş. Sonra da "bu ne berbat bir piyes" diyerek terk etmişler salonu. İşine sadık kısım şefi taklidi yaparak 3-5 yere telefon açıp "araştırın, soruşturun, yazarı, oynayanı, ışıkçıyı, perdeciyi, seyirciyi bulun, hadise yapalım" diyorum.

Kül yutmaz abi
Bu arada müdürümüzde sinir katsayısı yükseliyor. Biliyorum ki Ergun Bey direksiyondayken hep öyledir ama lakin bugün ekstra bir asabiliği var. Önde kendi halinde giden bir küçümen arabanın ensesine yapışıp söyleniyor bir yandan da:
- Bak en soldan gidiyor ki OGS bölümünün seyrekliğinden yararlansın. Yoktur bu herifin OGS'si filan. Şimdi sağa doğru sürecek trafiği berbat edecek. Yürüsene be kardeşiiiim...
Az biraz gidince adam aslanlar gibi geçiyor OGS turnikesinden canavar düdüğü filan da ötmüyor. Allah'tan arabanın içi loş da...

Tak şu kartı!
Stada yaklaşınca her zamanki görevimi hatırlatıyor baş müdürüm:
- Zürap'ı ara aşağı kapıya insin, biletleri getirsin. Torpidoyu aç, şu o arkalara doğru bir kart var çıkart yapıştır cama.
- Emret sahip!..
Kısa süre sonra içeride park yerindeyiz. Orada her yer birbirine benziyor ama ben daha önce usta sürücümüzün birkaç defa çarptığı duvarın çentiklenmiş halini kerteriz alıp şıp diye tespit ediyorum park yerimizi.
Müdürden yine bir talimat:
- Hemen locaya çıkmayalım. Fenerium'a uğrayalım. Başıma püsküllü külah alacağım.
Ölçülü şekilde itiraz ediyorum.
- Alma müdürüm. Yavuz Semerci anlattı. Bir arkadaş oradan sarı-lacivert bornoz aldı. 100 milyonluk bornoz iki yıkayışta yeşile döndü. Bir nevi Sakaryaspor durumu hasıl oldu.
- İtiraz etme alacaz dedim! İşte bak reyon burası.
Fiyatlara bakıyorum oldukça makul. Ergun Bey başına göre külah ararken görevli kibarca uyarıyor:
- Burası Kids Saloon. Yani çocuk bölümü.
Uzatmayayım. Az sonra külahları alıp çıkmış vaziyetteyiz.
Yukarıda gördüğüm manzara sarsıcı. Çünkü FotoMaç yönetmeni Serdar ve Levent Tüzemen de orada. Bu kardeşlerle maç seyretmek Atilla Dorsay'la sinemaya gitmek gibi. Öyle detaylara takar, öyle yerlere mana bulurlar ki sen kendini salak gibi hisseder, onlar başka sen başka bir maçı mı seyrediyor zehabına kapılırsın.

Tavlada yenerim ama
Santra yapılmasına 20 dakika kadar var. Zaman geçirmek için tavla oynama seçeneğini kullanıyoruz. Ancak Ergun müdür tavla başında her pazartesi sabah toplantılarında uçan kaçan her şeye isyan eden, esen gürleyen yönetici sendromunu aynı yüz ifadeleri ve vücut diliyle durunca tırsıp zar bile sallayamıyorum ki, kapı alıp pul kırayım. Üstüne Levent de tam tepeme dikilmiş en sevdiğim şeyi yapıp(!) "Şunu şöyle oyna" tüyoları veriyor. Töbe töbeee yalandan yeniliyorum Ergun Müdür'e. Çünkü pilav üstü dönerler geldi, soğutmak olmaz.

Casus bu galiba
Bir ara dikkatimi şey çekiyor. Belli ki Galatasaray casusu olarak bulunuyor orada Tüzemen kardeş. Anelka'nın yaratacağı fırtınanın desibelini ölçmek ve sütunlarında bunu düşük göstermek gibi bir taammüdü var.
İlk devre takım biraz tutukluk yapınca devre arası bütün bu saydığım gazeteci isimlerin Fener'i yerden yere vurma seansı başlıyor. "Anelka'nın hiçbir işe yaramadığı, takımın 6 tane hücum oyuncusuyla kurulmasının gereksizliği, Selçuk dururkene Serhat'ın hatta Tuncay'ın neden yedeğe çekilmediği. Alex'in İtalya'da oynuyor olsa top bile göremeyeceği.. 3 haftada sakatlanıp tedavülden kalkacağı ve daha neler neler söyleniyor.

Yaşasın 2. yarı
Ne zaman ki ikinci yarı başlıyor ve Alex-Anelka ikilisi buz pateni artistik yarışması çiftleri gibi ahenkli ve akla ziyan hareketler yapıyorlar, bizim muhalifler anında istikamet değiştirip "Hah işte şimdi oldu. Müthiş işler yapar bunlar" oportünizmine savruluyorlar.
Göz ucuyla Levent Tüzemen'e bakıyorum. Hâlâ kimsenin hatırlayamadığı futbolculuk günlerinden cımbızlamalar yapıp, "O zamanlarımda karşı takımda eski Galatasaraylı P.ç Arif vardı. Şimdi olsa bunlara 5 çeker. Bir tek ben durdururdum onu" diyerekten hatırat nakletmekte.. Allah'tan tam o sırada Anelka da kendisinden beklenen golü atıyor da söyledikleri boşlukta asılı kalıyor Levent'in. Bana gelince, her şeye ve herkese rağmen çok mutlu ayrılıyorum stattan çoook!..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA