Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Cannes'da final yaklaştı

Oldukça parlak geçen ve çeşitli sürprizler sunan 64. Cannes Film Festivali sonuna yaklaştı. Hangi filmler öne çıktı? Kahve molalarında hangi skandal konuşuldu? Hangi oyuncu medyadan köşe bucak kaçtı?

Ustaların keyfi yerindeydi. Terrence Malick ve Lars von Trier festivalin ağır toplarını sundu. İki film de tümüyle doyurdu ve herkesi ittifak halinde buluşturdu, demiyorum. Aslında tam da tersi oldu. Ama Malick'in bir ailenin serüveni boyunca insanlığın doğuşu, gelişmesi ve de kıyamet gününde araf veya cennet olabilecek bir yerde buluşmasını da özetleme çabasındaki filmi Hayat Ağacı, her şeye karşın ilginçti. Evet, ukalacaydı, aşırı Hıristiyandı, ancak bir Amerikalının yapabileceği biçimde naifti. Ama ne kadar da görkemliydi, ne denli özgündü, sinemasal anlatımı nasıl da yeniliyordu... Yer yer hikayeyi durdurup kozmik görüntüleri bir belgesel havasıyla art arda dizmek, Kaptan Cousteau belgeseliyle çağdaş dijital efektleri hamur etmek, 2001 filmine nazire yaparcasına insanlığın gelişimini dinozorlarla özetlemek... Ve sonra yine filme dönmek... Ne cüret... Beni doyurmadı, ama saygıda da kusur etmem. Benzer şeyler Lars von Trier'in Melancholia'sı için de söylenebilirdi. Yine bir aile, kişilerin yaşamında bir dönüm noktası, bunalım ve hüzün... Ama aynı anda birden uzayda oluşan kozmik bir olay ve sistemden çıkıp dünyaya çarpmak üzere hızla gelen bir gezegen... Çok uzak iki kültürden gelen ve çok farklı işler yapan bu iki büyük ustayı, hangi mucize böyle ortak noktalarda ve temalarda buluşturmuştu acaba? Elbette bu iki aykırı filmin yanında ayaklarını çok daha sağlam yere basan ve daha mütevazı bir başarıya ulaşan filmler de vardı. Örneğin Belçikalı Dardenne Kardeşler... Geçmişte Cannes'da iki kez Altın Palmiye alma başarısını gösteren kardeşler (Rosetta ve Çocuk adlı filmleriyle), bu kez babası çekip gitmiş olan, ama bu gerçeği kabul edemeyip onun peşine düşen bir çocuğun içburucu hikayesini anlatıyorlardı Bisikletli Çocuk adlı son filmleriyle... Başta küçük Thomas Doret olmak üzere harika oyuncularıyla, kusursuz senaryosuyla, denetimli duyarlılığıyla ve hayatın içinden koparılıp alınmış havasıyla yine tam bir başarıydı bu. Ya da Finli usta Aki Kaurismaki... İlk kez tümüyle Fransa'da, Fransızca çekilmiş filmi Le Havre'da sanatçı Brötanya kıyılarının bu ünlü liman kentinde geçen bir hikaye anlatıyordu. Hayatını sokakta ayakkabı boyayarak kazanan bir yaşlı adam, birden hayatına giren Afrika'dan kaçak gelmiş bir göçmen çocuk, adamın hepsi altın yürekli yardımsever komşuları. Ve olması gerektiği gibi beceriksiz ve o da altın yürekli bir polis. Sanki bir Chaplin klasiğinin yeniden hayata geçmesi, insanı güldürürken ağlatan bir film. Ödül listesine sızar mı bilmiyorum (sanırım sızar), ama ünlü eleştirmenler tablosunda şimdilik başta olduğunu belirteyim (5 üzerinden 3.8 puanla).

CEYLAN'IN FİLMİ BUGÜN GÖSTERİLECEK
Son günlerin Takashi Miike imzalı Japon filmi Hara Kiri: Bir Samuray'ın Ölümü, ortaçağ Japonya'sında geçen şiddet yüklü bir şövalyelik destanı, hazmı zor ve kanlı bir melodram. 80 yaşındaki Fransız ustası Alain Cavalier'nin Pater'i ise düşsel bir cumhurbaşkanıyla başbakanın diyaloğu. Bu hayli marjinal filmlerin dışında, ilk günlerin daha önce de sözünü ettiğim Kevin Hakkında Konuşalım, Habemus Papam gibi filmlerinin, ya da benim göremediğim ve ikisi de çocuk tacizi temasını işleyen Fransız filmi Polisse ve Avusturya filmi Michael'in de küçük şansları olabilir. Ve elbette bugün gösterilecek olan Nuri Bilge filmi Bir Zamanlar Anadolu'da adlı film de birden gelip ortalığı karıştırabilir. Bu filmin ilk izlenimlerini yarın vereceğim.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA