Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Toplumumuzun Thurgood Marshall'ı kitleler mi?

Yeni anayasa yapımının "bir başka bahara" kalması toplumumuzun sadece bir antianayasa belgesiyle yönetilmesi sonucunu doğurmamakta, demokratikleşmenin önündeki temel zihniyet engeli olan "resmî ideoloji vesayeti"nin de sürmesine neden olmaktadır

Yeni bir anayasa yapımının, Meclis Başkanlığı tarafından te'sis edilen Uzlaşma Komisyonu'nun "ölü doğması" nedeniyle, saygın bir anayasa hukukçusunun ifadesiyle "başka bir bahara" kalması ciddî bir sorundur. Bu, aynı zamanda, bir anti-anayasa karakterindeki 1982 Anayasası'ndan sürekli biçimde şikâyet eden "siyaset"in de, bir kurum olarak, başarısızlığıdır.

Anayasa'dan ne bekleniyor?

Bu başarısızlık ise antidemokratik, kabul edildiği şekliyle devlete "kutsal"lık atfeden, siyasetin faaliyet alanını sınırlandırmayı hedefleyen ve bireysel hakları tehdit olarak gören bir metnin toplumumuzu esir almasına indirgenemez.
Sorun sadece "anti-demokratik" bir anayasadan kurtulmak değildir. Toplumumuzun temel meselesi demokrasiyi hedeflememiş ve onunla bağdaştırılması mümkün olmayan Erken Cumhuriyet ideolojisi ile "demokratik bir cumhuriyet yaratma" arzudur. Tarihimizin önemli bir parçası olan bu dönemin altın çağdaşlaştırılması ve bize günümüzde "ışık tutacağı" yaklaşımından vazgeçilmediği takdirde toplumumuzun gerçek anlamda demokratikleşmesine imkân yoktur.
Hem "devrimci" hem de "sosyal demokrat" olunabileceğini varsayarak bu iki ideolojiyi bağdaştırmaya çalışan ana muhalefet partisi gibi, Erken Cumhuriyet "cumhuriyetçiliği" ile "demokrasinin" te'lifinin toplumumuz için en anlamlı sentezi doğuracağını savunan Türk literatisi de, uzun tecrübeler neticesinde bunun imkânsızlığının farkına varmış olan kitlelerin bir hayli gerisindedir. Kitlelerin "ideolojisiz anayasa" söylemiyle dile getirdiği bu istem beklentinin sadece bireysel hakları genişleten bir hukukî metnin hazırlanmasının ötesinde olduğunu ortaya koymaktadır.

1961 zımnî kabûlü

1921 Polonya Anayasası örnek alınarak hazırlanan ve daha sonra yapılan değişikliklerle otoriter aydınlatma ideolojisine dayalı siyasetin hukukî zeminini hazırlayan 1924 Anayasası, 1937'de son şeklini alan 2. maddesi ile Tek Parti ideolojisinin temel ilkelerini devletin nitelikleri haline getiriyordu.
İçinde "demokrasi" kelimesi geçmeyen bu metin, Fransa örneğinde olduğu gibi "cumhuriyet"i bir rejim değil, bir ideoloji olarak görüyor, devlete "inkılâpçı" (1945 sadeleştirmesinde "devrimci") vasıf atfederek sınırsız yetki bahşediyordu. 1950 sonrasında C.H.P tarafından bir "ihtilâl devri" anayasası olarak eleştirilen ve "istibdat"a yol açtığı savunulan bu metin, gerçekte "demokrasi"yi hedeflemeyen bir ideolojinin ürünüydü. Sorun anayasa değil mevcut ideoloji idi.
1961 Anayasası'nda "demokratik," "demokrasi esasları," "insan haklarına dayanan demokrasi," benzeri kavramlara yer verilmesi, devletin "devrimci" niteliğinin kaldırılarak "hukuk devleti" olduğunun vurgulanması, devletçilik yerine "hem devletçilik hem de liberalizmin tatbiki"ni mümkün kıldığı savunulan "sosyal devlet" ilkesinin kabûlü, "lâstik gibi şu veya bu manâya" çekilmesi mümkün bir "doktrin" olarak eleştirilen "milliyetçilik" yerine "millî" vasfının tercih edilmesi gerçekte ciddî bir zihniyet değişimine işaret eder.
Anayasa Komisyonu Sözcüsü Tarık Zafer Tunaya, maddeler tartışılırken, "Atatürk milliyetçiliğinin gayesi[nin] bir millî, bağımsız ve demokratik devlet kurmak" olduğunu savunmuştu; ama yukarıda zikrettiğimiz değişiklikler, 1961 Anayasası ile "kurucu ideoloji"nin "demokratik" bir toplumu hedeflemediğinin, zımnen de olsa, kabûl edilmiş olduğunu ortaya koyar.

Marshall ne dedi?

1961 Anayası ile dile getirilen bu zımnî kabûl, 1987'de, anayasanın 200. yıldönümünde, Amerikan Yüksek Mahkemesi hâkimi Thurgood Marshall'ın bu metni kaleme alan devlet kurucularının yirminci asırdaki anlamıyla anayasal yönetim ile birey ve insan haklarını düşünmedikleri çıkışını yaparak yarattığı tartışmaya benzetilebilir. Marshall bunlara ulaşmak için kanlı bir iç harp ve acılarla dolu bir toplumsal dönüşümün gerektiğini söyleyerek, iki asır sonra Amerikalıların "anayasa" dendiğinde "kurucu babalar"ın hazırladığı metne değil, çok farklı bir kavrama atıfta bulunduklarını ifade etmişti. Ünlü hukukçu, ortalama Amerikalının duygusal nedenler ve yıllar süren "kutsallaştırma" nedeniyle kabûl etmekte zorlandığı bir gerçeği dile getirerek, kurucu babaların modern demokrasi ve insan haklarını hedeflemediklerini söylemişti.
Marshall'a göre anayasanın başındaki "Biz Halk" ifadesi artık köleleri de kapsıyordu; ama bunu sağlayanlar, metni kaleme alan "kurucu babalar" ve anayasayı kutsallaştırarak her türlü yoruma kapalı kılanlar değil, "hürriyet," "adalet" ve "eşitlik" kavramlarının arkaik anlamda kullanımı reddederek onları kapsayıcı hale getirmeye çalışanlardı.

Kitleler Marshallaşırken

1961 Anayasası "devrimci" cumhuriyeti kutsayan, "demokrasi" kelimesine yer vermeyen bir metnin yerine kuvvetli "demokrasi" ve "insan hakları" vurguları yapan bir temel kanunu geçirerek benzer bir tezi, üstü kapalı olarak, dile getirmeye çalışmıştı. Buna karşılık, aynı anayasa "demokrasi" kaygısı olmayan, "cumhuriyet"in "devrimci" niteliğinin kaldırılmasına karşı çıkan ve siyasetin alanını mümkün olduğunca daraltmayı hedefleyen kurumları öne çıkaran bir vesayet rejiminin de temellerini atmıştı. Dolayısıyla yeni anayasa bir yandan "demokrasi"yi idealleştirirken, öte yandan da onunla bağdaşması mümkün olmayan, onu tehdit olarak gören bir "kurucu ideoloji vesayeti" yaratmıştı. Bu nedenle de zımnen yaptığı Erken Cumhuriyet ideolojisi eleştirisinin bir anlamı kalmamıştı.
Sıklıkla atıfta bulunduğu "Atatürk milliyetçiliği" ve "Atatürkçü düşünce" benzeri kavramlarla Erken Cumhuriyet ideolojisini, oluştuğu ortamdaki anlamıyla yeniden üretmeyi hedefleyen 1982 Anayasası, metninde yer alan "demokrasi" ve "demokratik" ifadelerine karşın, vesayetçilik rejimini güçlendirmiştir. Bu açıdan bakıldığında 1980 darbesi liderlerinin, Türk "sol"u tarafından Erken Cumhuriyet ilke ve ideallerine ihanet etmekle suçlanması haksız bulunabilir. Kenan Evren'in, son tahlilde, dönemin ideologları Recep Peker ve Mahmut Esat Bozkurt'dan çok farklı bir dünya görüşü ve siyaset anlayışına sahip olduğunu savunabilmek mümkün değildir.
1961 Anayasası ile zımnen söylenmeye çalışılan, ama gerçekleşmesi mümkün olmayan bir "bağdaştırma" arzusu nedeniyle ifade edilemeyen hakikati, günümüzde, muğlâk "ideolojisiz anayasa" talebiyle kitleler dile getirmektedir. Başka bir ifadeyle toplumun hukukçuları ya da entelektüelleri değil, resmî ideolojisi tarafından sürekli biçimde aşağılanan kitleleri Thurgood Marshall benzeri bir eleştiri aracılığıyla demokratikleşme arzusunu dile getirmektedir.
Yeni anayasayı her derdimize deva olacak bir ilaç olarak fetişleştirmemiz anlamlı değildir. Fakat bu anayasa tabandan gelen arzular gözönüne alınarak yapılırsa demokratikleşmenin önündeki temel zihniyet engelini kaldıracaktır. Bunun "yeni bir bahara" kalması ise gerçekten üzücüdür.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA