Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Sykes-Picot ve Sèvres sendromları ve kapalı toplum

"Arap Baharı"nın yeni bir Sykes-Picot anlaşması olmakla suçlanması ve baskıcılığın bu yolla meşrulaştırlmaya çalışılması, uzun süre Sèvres hastalığından kurtulamayan toplumumuzun kolaylıkla anlayabileceği bir değerlendirmedir

Geçtiğimiz hafta görsel medyanın etkinliğini kanıtlayan bir gelişmeye sahne oldu. Nasır dönemi basını ve rejiminin önde gelen isimlerinden olan Muhammed Hasaneyn Heykal, El-Cezire televizyonuna verdiği mülâkatta "Arap Baharı" olarak nitelendirilen eylemlerin gerçekte "Arapları parçalamaya yönelik yeni bir Sykes-Picot" olduğunu söyledi. Heykal'a göre bu "yeni Sykes-Picot" üç farklı plândan oluşmaktaydı. Bunlardan birincisi Avrupa- Amerikan, ikincisi İran, üçüncüsü ise Türk plânıydı. Bunlara ilâveten Filistin sorununun çözümünü engellemeyi hedefleyen, yarı proje olarak nitelendirilebilecek, bir de İsrail plânı vardı.
İlginçtir ki, Heykal'in görüşleri "Dört Ortadoğu Senaryosu" başlığıyla geçtiğimiz eylül ayında El-Ahram'da yayınlandığında fazla dikkat çekmemiş, buna karşılık El-Cezire mülâkatı sonrasında Arap dünyasında önemli bir tartışmayı başlatmıştır. Herhalde bundan etkilenen emekli bir Türk diplomatı da bir gazeteye gönderdiği mektup ile "Ortadoğu'da olanların yeni bir Sykes-Picot" olduğunu vurgulamıştır.

Sykes-Picot sendromu

Genel olarak Arap dünyası, özel olarak da Maşrık'ta varolan "Sykes-Picot" sendromunu, "Sèvres" hastalığından yakın dönemde kurtulmaya başlayan toplumumuzun anlaması oldukça kolaydır. Türkiye'de bâzı çevrelerin neredeyse her gelişmeyi "Sèvres'in yeniden gündeme getirilmesi" olarak yorumlaması gibi, Arap Dünyası'nda da her taşın altında "yeni bir Sykes-Picot" aranmaktadır.
Bu benzetmeyi yaparken, Türkiye'de Sèvres travmasının büyük çapta atlatıldığını, ancak Arap Dünyası'nın "Sykes-Picot" komasından çıkamadığını belirtmek gerekir. Doğal olarak Sèvres'in kâğıt üzerinde kalmasına karşılık, başlangıçta Sykes-Picot-Sazonov anlaşması olarak kaleme alınan, daha sonra değişikliklere uğrayan paylaşma plânının, sonuçta çok farklı biçimde uygulanmasına karşın, 1918 sonrası Maşrıkı'nın şekillendirilmesinin ilk taslağını oluşturması bu hastalığın sürmesinde etkili olmuştur.
Bu nedenle Arap Dünyası'nda "yeni bir Sykes-Picot" ifadesi gündemden hiç düşmemekte ve kriz dönemlerinde yoğun biçimde kullanılmaktadır. Meselâ Ürdün Kralı Hüseyin, Birinci Körfez Savaşı öncesinde gerçekleştirilmek istenenin "yeni Bir Sykes-Picot" olduğunu söylemiş, Yasser Arafat 2003 yılında Filistin konusunda ortaya konan plânların "yeni Bir Sykes-Picot" savunmuş, Beşar el-Esed 2007 yılında Condoleeza Rice'ın, Suriye ve Arap Dünyası'na "yeni bir Sykes- Picot" dayattığını iddia etmiş, Usama bin Laden ise Irak'ın işgali öncesinde savaşın "Haçlı ajanlarının" "yeni bir Sykes- Picot anlaşması çerçevesinde" ve İslâm "ümmetini yok etme ve yağmalama" amacıyla yapılacağını söylemişti.
Sèvres sendromunu Batı'da kimsenin önem vermediği dergilerde yayınlanan "bölünme haritaları"yla destekleyen Türk ulusalcıları gibi, Arap Dünyası'ndaki Sykes-Picot sendromunun da, Kraliçe II. Elizabeth'in bir uluslararası uyuşturucu kartelinin başı olduğu, 1995 Oklahoma bombalamasının İngiltere'nin ABD'yi ele geçirme plânının ilk aşaması olduğu benzeri komplo kuramlarının yaratıcısı Lyndon LaRouche'un Executive Intelligence Review dergisinde sıklıkla yayınlanan "Yeni Bir Sykes-Picot" başlıklı yazılarla beslenmesi ilginçtir. (LaRouche, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında yaşanan krizi de Türkiye'ye karşı yeni bir "Sykes-Picot Komplosu" plânlayan İngiliz hükûmetinin yarattığını savunmuştu).
Sykes-Picot sendromunun temel sorunu, toplumumuzu uzun süre esir alan Sèvres hastalığı gibi, sürekli olarak bizi bölmeye, yok etmeye çalışan ve bundan hiçbir zaman vazgeçmeyecek "düşmanlar" kavramsallaştırması aracılığıyla baskıcılık ya da vesayet rejimlerine boyun eğilmesini meşrulaştırmasıdır. Bunun yanısıra, toplumumuzda "günümüz Mütareke Basını, işbirlikçileri ve Ali Kemalleri" türünden benzetmelerle yaratılan sanal 1920 ortamı gibi, Arap Dünyası da hayalî bir Harb-i Umumî sonrası dünyasında yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Oryantalizm (Edward Said'in de Oslo'dan Irak ve Yol Haritasına kitabında "Yeni Sykes-Picot, yeni Balfour, yeni Wilsoncu 14 Nokta" ifadesini kullanması ilginçtir) üzerine ufuk açıcı tahilleriyle tanınan Fawwaz Traboulsi "Sykes-Picot sendromu"nun en önemli sorununun emperyalizmin, parçalamayı idare etmenin hizmetine veren "böl ve yönet" düstûrunun, onun kurbanları tarafından tersine çevrilmesine neden olması olduğunu belirtirken çok önemli bir noktaya parmak basmaktadır.
Bu kimselerin, yönetmeyi bölmenin aracı olarak görerek, "idare etme"yi araç, parçalamayı ise "amaç" olarak kavramsallaştırması sürekli "bölünme" tehdidi altında yaşayan bir toplum algısı yaratmaktadır. "Bölünmeyi" temel sorun olarak görerek vatandaşlarını bu "tehdide karşı" uyaran, zamanın sabit kaldığı 1918 sonrası sanal dünyasının Arap ve Türk yaratıcılarının en çok kullandıkları ifadenin "birlik ve beraberlik" olması tesadüfî değildir.
Burada söylemeye çalıştığımız, büyük devletlerin emperyalist plânlarının olmadığı, her türlü uluslararası soruna yalnızca insanî kaygılarla yaklaştıkları, ya da Fuad Ajami'nin ırkçılık sınırında bir tonda iddia ettiği gibi Arapların Şair Imru'u al- Qays'dan beri "hatırlayıp ağlayalım" dışında bir siyaset geliştirmeye muktedir olmadıkları değildir. Dünya tarihinde egemen güçlerin bu tür plânlar yapmadıkları bir dönem yaşanmadığı gibi, Arap Dünyası'na böylesi bir Oryantalist söylemle yaklaşmak anlamlı değildir.

Yeter ki bölünmeyelim

Buna karşılık her türlü sorunu "dış komplolar" ile açıklamaya çalışan, tarihi durdurarak onun bir kesitini içinde sürekli biçimde yaşanılan sanal bir dünya olarak yeniden üreten Sèvres ve Sykes- Picot sendromlarının, çoğulculuk karşıtlığının temel dayanaklarından birisi olarak kullanıldığının altı çizilmelidir. Misâller yardımıyla ele alacak olursak bu sendromlar, Türkiye'nin gerçekte bir "Kürt Sorunu"nun olmadığı, bunun Sèvres rüyasından vazgeçemeyen çevrelerin yarattığı "sözde" bir mesele olduğunun savunulması ya da Suriye halkının aslında rejimi sorgulamadığı, ama "yeni bir Sykes-Picot tezgâhlayanların" ülkeyi bölmeye çalıştıkları benzeri tezlerin savunulmasında kullanılmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında bir Nasırcılık hayâleti olarak tavsifi mümkün Heykal'in "Arap Baharı"nın üç buçuk komplodan oluşan "yeni bir Sykes-Picot" olduğunu savunması (Heykal, Mübarek rejiminin çöküşünün hemen sonrasında bunun gerçek bir "devrim" olduğunu ve yeniden Cumhuriyet rejimine dönüldüğünü söylemişti), Suriye rejiminin binlerce kişinin öldüğü bir süreci "yeni Sykes-Picot komplosu"na indirgemesi hiç de şaşırtıcı değildir.
Unutulmamalıdır ki, bu sendromlar kapalı toplum ve baskıcı rejimleri, "komploların püskürtülmesi" için zorunlu, vazgeçilemez gereklilikler olarak meşrulaştırmaktadır. Toplumumuzun Sèvres sendromundan kurtulma yolunda önemli adımlar atmış olması sevindiricidir. Buna karşılık Sykes-Picot sendromunun aşılması oldukça uzun süreceğe benzemektedir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA