Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

“Millet-i gayr-ı müsellâha”nın “güçlü ordu”su

Şiddet yoluyla ülkeye el koymaya kalkışan bir yapının "askerî kanat"ının tasfiyesinin âciliyeti ve darbe girişimlerini sonlandırma arzusu "yeni bir ordu inşa edilmesi" önemindeki bir olguyu yönlendirmeye başlamıştır.
TBMM'yi bombalayan, siviller üzerine acımasızca ateş açan bir "askerî kanat"ın tasfiyesinin öncelikli mesele olduğu şüphesizdir. Aynı zamanda toplum, silahlı kuvvetlerin 1960 sonrasında "siyasete müdahale merkezi" biçiminde çalışması ve uzun bir darbe girişimleri listesi üretmiş olmasına tepki duymakta, bu tür eylemlerin son bulmasını arzulamaktadır.
Buna karşılık, asırlar sonrasında "silahlı kuvvetler"in merkezinde yer almadığı ve onun etrafında örgütlenmeyen bir toplum tasavvurunun hayata
geçirilmesi bir "tasfiye" ve "darbe önleme çabası"nın oldukça ötesine geçen, çok yönlü ve kapsamlı bir girişimdir.

"Millet-i müsellâha"nın doğuşu
1826 sonrasında "yeni ordu"nun kuruluşu praetoryan yapıyı kâğıt üzerinde sona erdirmiş, ancak silahlı kuvvetlerin toplumsal düzen içindeki yerini değiştirmemiştir. Sivil ve askerî alanların iç içe geçtiği, sürekli seferberlik, savaş ve isyanlar yaşayan bir yapıda "yeni ordu" yeni devlet örgütlenmesinin de merkezinde yer almıştır.
Bu açıdan değerlendirildiğinde Tanzimat sonrasında bilhassa da II. Abdülhamid rejiminde sivil otoritenin "cihet-i askeriye" üzerindeki kontrolünün artışı yüzeysel bir değişimi yansıtmaktadır. Silk-i askeriyeye mensup devlet adamlarının sadrâzâm olduğu, Harbiye (Serasker) ve Bahriye nâzırlarının hey'et-i vükelâ üyeleri olarak her konuda karar alımına doğrudan katıldığı bir yapıda "asker" kendi alanı dışında etkili olmakla kalmamış, sistemin merkezindeki yerini tahkim etmiştir.
"Yeni Ordu" bunun yanı sıra modernliğe cevap verme alanındaki önceliği ve Batı modelleri çerçevesinde inşa edilmesi nedeniyle hem toplumun genelinden farklılaşmış hem de kendisini onun üzerinde gören bir algıyı sahiplenmiştir. İstanbul ahalisi ve esnafı Yeniçerilerin "serkeşâne" davranış biçimlerinden bezmişti; buna karşılık onlar kıyafetlerinden kökleri yüzyıllar öncesine giden geleneklerine ulaşan alanlarda toplumsal doku ile uyum içerisinde idiler. "Yeni ordu" ise Batı'daki örneklerden uyarlanan üniformalarından icada çalıştığı "gelenek"lere ulaşan bir yelpazede toplumdan farklılaşıyordu.
"Yeni Ordu"nun farklılığını bir "kuram"a dayandırmasına askerî yüksek eğitimi yeniden düzenlemesi amacıyla İstanbul'a getirilen Colmar Freiherr von der Goltz aracı olmuştur. Goltz, Sedan sonrasında Fransız Üçüncü Cumhuriyeti'nin ulusal seferberlik ile volkskrieg (halk savaşı) başlatması ve Paris'i savunmasından fazlasıyla etkilenmişti.
Goltz, bu örnekten yola çıkarak gelecekteki savaşların cephede "ordular" arasında değil "millet-i müsellâha (silahlanmış millet)"lar arasında olacağı tezini geliştirmişti. Toplumlar, gelişmiş endüstri çağının "kaçınılmaz" (Goltz Paşa'nın bu vurgusu onu İstanbul'da daha popüler hale getiren Sosyal Darwinist bir yaklaşımdan kaynaklanıyordu) savaşlarına bir "bütün" olarak hazırlanacaklardı.
Bu nedenle ordular ve kumanda kademelerinin sistemin merkezinde yer almaları gerekiyordu. Goltz'un en önemli yapıtı olan Das Volk in Waffen (Millet-i Müsellâha) Arjantin Ordusu'ndan görevle geldiği Orduyu Hümayûn'a ulaşan bir coğrafyadaki askerî okullarda temel ders kitabı olarak okutulmaya başlanmış ve hayranlık uyandırmıştı.
Goltz'un daha sonra İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin askerî kanadını yönetecek subaylar ve Cumhuriyet'in kurucu kadrosu üzerindeki etkisi de son derece derin olacaktı. Bilhassa kurmay subaylar onun tezlerinden yola çıkarak kendilerinin "toplumu yönlendirmek" ile görevli, "ayrıcalıklı ve öncü bir sınıf" oldukları yaklaşımını içselleştirmişlerdi.
1913 sonrasında bütünüyle Goltz'un talebelerinin yönetimine geçen Osmanlı komuta kademesi, bilhassa erkân-ı harp sınıfı, toplumu "millet-i müsellâha" olarak kavramsallaştırıyor ve diğer aktörlerin, ülkeyi savaşa hazırlayacak ana güç olan "ordu"ya hizmet vermesinin zorunlu olduğunu düşünüyordu.

Ordu ve örgütlenme
Bu açıdan bakıldığında "ordu-siyaset" ilişkileri konusunda İkinci Meşrutiyet Dönemi'nde gündeme gelen tartışmalar fazlasıyla yüzeyseldi. Tüm subaylar toplumun "ordu" etrafında örgütlenmesi konusunda hemfikirdi. Enver, Kâzım (Karabekir) ve Mustafa Kemal (Atatürk) Paşalar gibi askerî liderler bu nedenle kendilerini sadece "komutan" değil alfabeden eğitime ulaşan alanlarda toplumu düzenleyecek, onu dönüştürecek liderler olarak görüyorlardı.
Lider ve kurucu kadrosu Goltz'un talebeleri olan Cumhuriyet de "siyaset-asker" ilişkileri konusundaki tartışmalara ve "sivil" görüntüsüne karşılık, son tahlilde, toplumu bir "millet-i müsellâha" olarak görüyordu. Rejim değişikliği "ordu"nun merkezdeki konum ve rolünü değiştirmemişti.
Bu açıdan ele alındığında Cumhuriyet'in ilerleyen yıllarında iniş çıkışlar yaşayan "siyaset-asker" ilişkisi de İkinci Meşrutiyet Dönemi'ndeki tartışma gibi yüzeyseldir. Ordunun merkezde yer aldığı, komuta kademesinin tüm toplumun silahlı kuvvetlere hizmet etmesinin zorunlu olduğunu varsaydığı bir örgütlenme içinde "genelkurmay başkanının hangi makama bağlı olacağı" benzeri tartışmalar fazla anlam taşımamakta, "asker"in dış siyasetten başörtüsünün nasıl bağlanacağına, cumhurbaşkanının niteliklerinden temel eğitimin süresine ulaşan konulara müdahaleleri eşyanın tabiatından kaynaklanmaktaydı.

Silahsız millet-Güçlü Ordu
Karşımızdaki devâsâ sorun, asırlarca süren praetoryan bir yapının kalıntıları üzerine yükselen "millet-i müsellâha" düzeninin sonlandırılması, toplumun merkezde yer alan "ordu" etrafında örgütlenmediği bir yapının inşa edilmesidir. Bu ise düşünsel bir devrimin yanı sıra kapsamlı bir dönüşümü de gerekli kılmaktadır.
Ortadoğu'da yeni sınırların çizildiği bir süreçte bunun gerçekleştirilmesinin zorluğu ortadadır. Önemli olan "ordu etrafında örgütlenmeyen toplum"un silahlı kuvvetleri "güçsüz" kılmayacağının anlaşılmasıdır. Profesyonelleşme düzeyi yüksek, kendi alanında yoğunlaşan, "hizmet alma" yerine "hizmet sunma" temelinde görev yapan ordu, "millet-i müsellâha"nın kalbi olan, diğer aktörlere rol biçen yapıdan daha güçlü olacaktır.
Bu dönüşüm toplumun on dokuzuncu asır yaklaşımları çerçevesinde örgütlenmesini sonlandıracak, çağına uyumlu bir devletin inşa edilmesini mümkün kılacaktır.
Buna karşılık söz konusu dönüşümün önem ve kapsamı onun "darbe yapılmasını önleme" temelinde ve tepkisel kararlarla değil ayrıntılı araştırmalar, karşılaştırmalar, fayda-maliyet analizleri ve çoğulcu tartışmayla gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA