Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HİLAL KAPLAN

Seçim vaadi olarak Başkanlık

Tayyip Erdoğan, sadece Ak Parti'de değil, Türk siyasetindeki mevcut isimleri yan yana koyup topladığınızda bile özgül ağırlık olarak hepsinden yukarıda bir yerde kalıyor. Bu, Erdoğan'ın siyasî kabiliyetleri kadar, yaşanmış bir ortak hikâyenin içinden çıkan organik bir lider olmasından kaynaklanıyor.
28 Şubat'ta hapse atılması, hapisten çıkarak Ak Parti'yi kurması, 27 Nisan 2007 e-muhtırası, 2008'deki kapatma davası ve en önemlisi Mısır ve Ukrayna'da olduğu gibi darbe tehdidinin tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığı 2013-2014 dönemi... Bu süreçlerin hepsinde elbette Erdoğan'a yol arkadaşlığı etmiş önemli isimlerin de payı büyüktür. Ancak saldırıya birebir uğrayan ve onu göğüsleyen kişi olması hasebiyle Erdoğan, söz konusu ettiğimiz 'fazla'ya tekabül etmektedir. Gezi, onu yıkmayı amaç edinmiş bir hareketti. Müteveffa annesinden eşine dek tüm hakaretler onu hedef aldı, o şeytanlaştırıldı. Hatta 'Erdoğan olmasa Ak Parti iyi parti aslında' noktasında ittifak bile edildi, birilerine göz kırpıldı.
17-25 Aralık, yine Erdoğan'ı ve onda mütecessim hale gelen millî egemenliği yıkmaya yönelik dizayn çalışması bir darbe süreciydi. Dört koldan saldırıldı. Erdoğan, iki süreçte de halka gitti, sesi çıkmayıncaya kadar anlattı ve halkın desteğiyle millî iradeyi ayaklar altına aldırmadı. İktidara geldiğinden beri âdeta bir darbesavar işlevi gören ve millî egemenliği kimselere ezdirmeyen bu çelik irade sayesinde Erdoğan, mevcut ağırlığını inşa etti. En sonunda da halkın verdiği oylarla Beştepe'ye çıktı.
Ancak bu çıkış, klasik parlamenter sistemden farklı olarak halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı olması hasebiyle, bir geçiş sürecinin parçasıydı. O yüzden şimdilerde, sanki halk Erdoğan'a %52 oyu siyasetten uzaklaşsın diye vermiş, böyle bir geçiş süreci yaşanmıyormuş gibi Erdoğan'ın pasifize edilmesini ima eden çıkışlar, en çok paralel medyayı, Ak Parti karşıtlığıyla bilinen Taha Akyol, Aslı Aydıntaşbaş gibi vesayetçi medya kâlemlerini ve 'Erdoğan yıkılıyor' şeklindeki yayınlarından hatırladığımız Guardian, Financial Times gibi İngiliz yayın organlarını heyecanlandırıyor.
Dünkü Zaman'da "Ak Parti ve Erdoğan(cılık) yol ayrımında" başlığıyla çıkan yorum yazısı da bu imadan hareket ederek, Ak Parti'nin '2002 ruhu'na dönmesi gerektiğini işliyordu. Erdoğan'ı Ak Parti'den soyutlayarak, Ak Parti'yi savunur gibi görünen bu yorumların, aslında Gezi ve 17-25 Aralık darbe teşebbüslerinde savunulan "Erdoğan'sız Ak Parti" fikrini allayıp pulladığını görmemek mümkün mü? Peki, 17-25 Aralık sürecinden itibaren hükümeti devirmeyi birincil hedefi olarak benimseyen ve bunun için ABD Kongresi'ne bile büyük paralar yedirerek mektuplar yazdıran paralel yapının Ak Parti hükümetinin iyiliğini istediğine inanmak mümkün mü?
Önümüz seçim... Ak Parti'nin seçimlere giderken benimseyeceği seçim stratejisi icraatlarını anlatmak kadar, Erdoğan'ın en az %52 oya tekabül eden siyasî varlığının Ak Parti'yle ilişkisinin sürdüğünü de anlatmak olmalı. Bu en çok seçimlerden zaferle çıkmak isteyen mevcut hükümetin elini rahatlatır. Bunu yapmanın yolu da Başkanlık sistemini savunmaktan geçer.
Bu minvalde, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan'ın, "Sayın Başbakanımız da yeni anayasa bağlamında Başkanlık sistemine vurgu yapmıştır. Seçim beyannamesi çalışmalarında da değerlendirilen önemli bir konudur" açıklaması ile dün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Türkiye'yi 2023'e ulaştıracak tüm proje ve politikaların hepsinde, bundan sonra da hükümetimizin attığı tüm adımlarda yanlarında olacağım" açıklaması birbirini tamamlamaktadır

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA