Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

İki laiklik arasında, 'namaz'lı

Başbakan Erdoğan'ın Mısır'da yaptığı ve laikliği bir devlet sistemi olarak öneren konuşmasının üç önemli özelliği üstünde daha durayım. Böylece Türkiye'de bugüne kadar devam eden laiklik tartışmalarının da bir değerlendirmesini yapmış olacağız.

***

Birincisi, Erdoğan'ın getirdiği laiklik değerlendirmesinin demokrasi- laiklik arasında kurduğu ilişki. Bu anlayış açık veya örtülü bir biçimde Müslümanlıkla laikliğin iç içe olup olamayacağını sorguluyor. Erdoğan, bu iki kavram arasında bir çelişki olmadığını belirtiyor. Gerekçesi ortada: insan diyor kendi hayatında laik olmak zorunda değildir, bir Müslüman olarak onun akaidi çerçevesinde yaşayabilir. Fakat devlet laik olmalıdır; olursa bu Müslümanlığa bir kısıtlama teşkil etmez.
Böyle bir irdeleme benim baştan beri pozitif laiklik dediğim koşulla ilgilidir. Yani, laik devlet, yurttaşlarının din ehli olmasını engelleyen bir devlet niteliği taşımaz. Tersine, "ihtida"ya / dönmeliğe (proselytism) davet etmeyen bir anlayışla tüm yurttaşlarının din vecibesini yerine getirmesine olanak veren bir devlettir, laik devlet. Eğer bir devlet din vecibesinin ifasında engel oluşturuyorsa, "yapma" diyorsa, bu da gene bir laiklik anlayışıdır ama negatif laikliktir. Türkiye'de Laikçilik denilen husus bir manada budur.
İkinci nokta şu: bir Müslüman laik olabilir mi? Olabilir. Şartını yukarıda belirttim. Sadece toplumsal alanda ve bir başkasının dini vecibesine şu veya bu biçimde mani olmamak koşulu dahilinde. Onun ötesinde özsel olarak tanımlanan bir laiklik ne Müslümanlık için ne de bir başka din ehli için söz konusudur. Son kertede din ehli kutsal kitabın ve enbiyanın buyruğu doğrultusunda hareket eden insandır. Bu bakımdan şahsın ahlakına, iç dünyasına dönük, ona müdahale eden bir laiklik anlayışı bu bağlamda kabul edilemez, bir "inanç" insanı için. Ve gene bu değerlendirmeden, laikliğin bir devlet sistematiği olarak anlaşılması zorunludur diye bir sonuç çıkarmak gerekir.
Üçüncü noktaya gelelim: pozitif laiklik bir toplumsal sözleşme olarak demokrasinin vazgeçilmez unsurudur.
Çünkü, demokrasi bir mesafe ve özgürlük rejimidir. Bir "karışmama" yani nötr olma durumudur. Tanımını kendimce verdiğim pozitif laikliği uygulayan devlet bu pozisyondadır. Dolayısıyla farklı kesimlerin, inançların, tercihlerin toplumsal düzlemde bir arada yaşayabilmesi eğer demokrasiyse, pozitif laiklikle demokrasi birbiriyle tamı tamına örtüşür.
Böyle bir laiklik anlayışı laikliği demokrasinin bir parçası olarak görür. Oysa negatif laiklik / laikçilik, demokrasiyi laikliğin içinde eritme önceliklidir. Toplum / devlet önden laik olursa demokrasiye geçileceğine inanır ve iki olgu arasındaki öncelik sonralık ilişkisini tersine çevirir. Bunun yanlış olduğunu bir daha belirtmeye gerek yok. Bir toplumun önceliği demokrasiyse laikliğe gitmek zorundadır ama laiklik "içinden" bir demokrasi kurmak anlamsız ve işlevsiz bir zorlamanın içine düşmektir.
***

Böylece şu şaşırtıcı noktaya geliyoruz: Erdoğan bu mesajıyla Türkiye modelini vurguladı. Yani, laikliğin Müslüman bir ülkede yaşayabileceğini ve anlamını ifade etti. Bu mesaj Avrupa'ya idi, Arap dünyasına olduğundan daha fazla. Laikliği biz Fransa'dan aldık. Onlar da bunu 20. yüzyılın başında biçimlendirdiler ve maalesef bir negatif laiklik olarak tanımladılar. Aldığımız modelin "yanlışlığı" buradaydı, laikliğin özünde değildi.
Şimdi Fransa hâlâ aynı anlayışla devam ediyor, ezanı yasaklıyor, sokakta namaz kılanları yasaklıyor, burkayı yasaklıyor. Oysa Türkiye Anglosakson bir anlayışla pozitif laikliğe yönelmiş durumda. Onu bir demokrasi ve özgürlük olanağı şeklinde kullanmak istiyor. Bu niteliğiyle de, 100 yıl sonra, Fransa'ya ve onunla benzer uygulamalar içindeki toplumlara bir model öneriyor.
Az şey mi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA