Çok değil 1 yıl önce Wall Street İşgalcileri "%99 hareketi" ile finans ve doğal kaynakları sömüren %1'e karşı New York sokaklarında yürüyorduk. Söylenen, küresel krize yol açan %1'lerin, dünyayı bu krizden kurtaramayacağıydı. Tezlerini kötü yönetim örnekleri üzerinden sunuyorlardı.
Bugün bazıları devlet büyüklüğünde ekonomileri temsil eden dev şirketlerin tepe yönetimlerinde aymazlıklar ve inanılmaz "yönetim zaafları" olduğunu biliyoruz. 160 yıllık dünya devi bir şirketin aynı gün içinde 14 bin işçinin işine son verip yönetim kurulu üyelerinin maaşlarına %80 zam yaptığına tanık olduk.
Batan dünya devi bir ABD şirketine, kamunun kaynaklarından onlarca milyar dolar aktarıldığı gün, bu yöneticilerin özel uçak tutarak Atlantik ötesinde golf partilerine gittiğini gördük. Yetmedi, işçisini kapıya koyduğunun haftasında kızının düğününde binlerce lira saçan CEO'ların da tanığı olduk.
Wall Street İşgalcilerinin Avrupa'ya sıçrayan eylemlerinde, Avrupa Merkez Bankası (ECB) binasını seçmeleri "tesadüf" değil. Zira zorda olan ülkeleri, misal komşumuz Yunanistan'ı veya İspanya'yı kurtarma iddiasındaki ECB'nin, 27 ülkenin aktardığı kaynakları, kendi özel konforlarına tahsis etmesi, manidardır.
Yerli örnekleri merak edenler, "kayıp yıllar" dediğim 1990'ları hatırlasın. Kendi bankasını soyan, kendi şirketinin içini boşaltan, ortağına kazık atan ve devletine vergi takan kültürde, kötü yönetimlerin, bal tutup parmak yaladığı, kaynakları kendi bireysel çıkarları doğrultusunda har vurup harman savurduğuna tanık olduk. Bugünkü krizi ben biraz da zaman tünelindeki Türkiye üzerinden okuyorum.