Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Kimin yarışı?

Vaktiyle ülkemizde de -maalesef- pek moda olan Amerikan dizilerinin tiryakileri arasına karışmışlığınız varsa bilirsiniz: Beverly Hills dünyanın en yoğun lüks ve gösteriş odaklı semtlerinden biridir.
Cafcaflı kaşaneler... İçlerinde sahiplerine gökdelen boyu kazık atılarak sağa sola serpiştirilmiş ıvır zıvır "sanat objeleri"... Garajlarda -Rolls Royce'lar sıradanlaşmış olduğundan- İtalya'da "özel dizayn" ile yaptırılmış arabalar...
Oranın sakinlerinden bir hanımla konuşurken komşularının caka düşkünlüğüyle alay etmiştim de gülmüştü.
"Yanılıyorsun. Gördüklerin semtin olağan öteberisi. Herkesin her şeyi olduğundan, burada servetle fiyaka mümkün değil artık. Hava atmak için kullanılan tek koz var."
"Nedir o?"
"Çocukların okul başarısı."

***

Gösteriş yarışçılığının her türü çirkindir. Ego için boy ölçüşme çocuklara eziyet pahasına yapılıyorsa o çirkinlik katlanır.
Türkiye'de de hayli zamandır öyle bir ayıp yaşanıyor. İkiye değil, kim bilir kaça katlanarak... Derecesini ilköğretimin son üç sınıfını okurken ömürlerini sınav ve dershane azabıyla geçirmiş olan çocuklarımıza sormalı.
Şimdi sistem değiştirilip sınava yalnız sekizinci ders yılı sonunda girileceği açıklanınca, "Daha önce altıncı ve yedinci ders yılları sonundaki sınavlar yüzünden gece gündüz ezber çalışmış, hafta sonlarını bile dershanelerde geçirmiş olan çocukcağızların kabahati neydi?" sorusu çıktı ortaya.
Mehmet Tezkan dün "Oğlumu Kobay Yapmışlar" başlıklı yazısında "Olan 3 milyon çocuğa oldu, daha altıncı sınıfta yarış atına dönüştürüldüler" dedikten sonra soruyordu:
"Peki ben oğluma nasıl hesap vereceğim? İki yıldır eziyete dönüştürdüğüm cumartesi pazarlarını nasıl geri vereceğim?"
***

Haklı tabii. Tıpatıp aynı durumda olduğumu açıklamıştım burada. Benim de iki hafta önce yedinciden sekizinci sınıfa geçen bir oğlum var. Geçen yıl ve bu kış hafta içinde okuldan geldikten sonra dershaneye gitmeye direnmişti de, annesinin "Sınavda düşündüğümüz dereceyi tutturamazsan niyetlendiğin liseye giremezsin" tezinin zoruyla hafta sonlarını gözden çıkarmaya razı olmuştu.
Sonunda ona da isyan etti:
"Ben evde kitap okuyarak her şeyi daha iyi öğreniyorum. Karışmayın! Dershaneye gitmem!"
Bana da düşündürücü bir şey söyledi:
"Sınav büsbütün kötü sayılmaz. Geçen gün sosyalizmin eksisini artısını sorduğumda rekabet de gerekli dedin. Sınav rekabet değil mi?"
Kızışan ana-oğul tartışmasında hakemliğim kaçınılmaz oldu. Uzun uzun seçenek tartmak zorunda kaldım.
***

Oğlanın annesi "Senin üniversite diploman pratikte neye yaradı?" soruma doyurucu yanıt veremiyor.
Kendim yurtdışında lisansüstü eğitim aldıktan sonra az daha doktora da yapacakken aklım başıma geldi. Akademik kariyere heveslenmediğime göre, o uğurda ülkemden uzakta iki yıl daha geçirmek zaman hovardalığı olacaktı. Vazgeçip döndüm. Sonra yaşadıklarım haklı çıkardı kararımı: pratikte kendi diplomalarımın da hiç ama hiç işlevliği olmadı.
Ağırlığımı oğlumdan yana koydum:
"Çocukluktan yeni çıkıyorsun ama kendi yolunu seçme konusunda aklının bizimkilerden eksik olmadığını görüyorum. Hangi okulu, liseyi, üniversiteyi gözün tutuyorsa ona gitmeye bak. İstemiyorsan hiçbirine gitme. Gerekli saymıyorsan dershaneye de uğrama. Elverir ki kendine güvenli, onurlu ve mutlu bir hayat sağlamaya çalış."
Belki yanlış yaptığımı, çocuk yaşta sayılacak bir insanın geleceğini riske soktuğumu düşüneceksiniz. Olabilir. Ama alternatif ne? Oğlumu yarış atı yapmak. Onu risk değil, kesin felaket sayıyorum.
***

Son söz:
Eğitim tablomuzun öğrenciler için cehenneme dönmesinde ana babaların yarışçılığı büyük rol oynuyor. Çocukları egolarımıza alet etmekten vazgeçemez miyiz biraz?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA