Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Mutluluk puanımız

Mutlu musunuz?
IEP'e soralım. Ekonomi ve Barış Enstitüsü adlı uluslararası kurum. Kendi belirlediği birtakım kıstaslara göre her ülkedeki huzuru ölçüyor, puanlıyor. Açıkladığı sonuçlar dünya medyasında ciddiye alınıp yorumlanıyor uzun uzun.
Son rapora bakılırsa Türkiye 153 ülke arasında 127'nci sırada. En huzurlu ülkelerden biri Japonya. Yunanistan derseniz, 65'inci.

Allah Allah! Japonya felaket koleksiyonu yapmakta, Yunanistan da hacizlerden haciz beğenmekte iken bizden çok daha huzur içindeler demek ki. Nasıl oluyor?

IEP'in kullandığı en önemli kıstas "iç ve dış çatışmalar". Yani şöyle düşünülmekte anlaşılan: Bir ailenin bireyleri birbirleriyle ve komşularla iyi geçiniyorlarsa, evin damı çökse ya da kapıya alacaklılar dayansa bile huzurlu olabilirler. Aslında, olamazlar bence. En azından, kadın "Niye bizi çürük damlı evde oturtuyorsun, niçin bakımını yaptırmadın?" diye kocasına sızıldanmaya başlar. Borçların kimin yüzünden kabardığı konusunda tartışma çıkar.

Nitekim hükümetten enerji politikasının hesabını soran Japonlar boyuna protesto yürüyüşü yapıyorlar. Kemer sıkmaktan bunalan Yunanistan'ın sokaklarında her hafta polisle boğuşulmakta.

Bizim İsrail ile ağız dalaşı dışında "dış çatışma" derdimiz yok şu ara. Öyleyse niçin dünyadaki en huzursuz uluslardan biri sayılalım?

***
İçte Kürt sorunumuz var tabii. O 15 Haziran'da kavşağa ulaşacak apayrı bir konu. Geçen hafta en önemli yabancı gazetelerin birçoğundaki yorumlarda ülkemizin büyük siyasal çalkantı yaşamakta olduğu ve gerginliğin seçim yaklaşırken partilerin amansızca çatışmasından kaynaklandığı ileri sürüldü.
Doğru mu sizce? Olağanüstü bir gerginlik yaşamakta mıyız? Seçim patırtısından ürküyor ve çok rahatsız oluyor musunuz?
Alternatifini düşünün. Faşist baskı altında yaşayan ülkelerde göstermelik "seçim" yapılırken çıt çıkmaz. Sandığa gitmedi diye fişlenmekten korkanlar kuzu kuzu oy atarlar rakipsiz adaylara. Ne tartışma duyulur, ne protesto mırıltısı.
Ben yurdumuzda iki dereceli seçim yapıldığı, yani önce vatandaşların "müntehib-i sani" denen kişilere oy verdiği, sonra onların tek parti merkezi tarafından belirlenmiş listeleri zarflara koyup sandıklara atarak mebus "seçtikleri" yıllara yetiştim. Meclis arpalıktan başka bir şey değildi. O dönemin "sükûnetini" tercih eder misiniz?
Bugünün her yerden sarkan flama dizileri, ortalığı velveleye vererek dolaşan otobüsleri, ekranlardan taşan miting curcunaları festival gibi geliyor bana.
Evet, liderlerin kişisel atışmaları kızışarak uzayınca biteviyeleşmekte. Ama o da hızla değişirken kaynayan bir toplumun fokurtularından. Kaygılanmayın, gülümseyin.
***
Tartışmalarda ciddiye alınacak bir nokta var: Vaat ölçüsüzlüğü.
Olgunlaşmanın en geç ve en güç başarılan bölümü iştah frenlemeyi öğrenmektir. Küçük çocuk midesi bozulduğunda pastasını o gün yemekten vazgeçmez; ancak sağlık konularına akıl erdirecek yaşa gelince razı olur gerekli erteleme ve kısıtlamalara.
Toplumlar da öyledir; bünyelerindeki çoğunluğun bilinci kendi çıkarını doğru hesaplama gücüne ulaşıncaya kadar "Sana istediğin pastayı istediğin zaman yedireceğim" vaatlerine kapılmaları kolay olur.
İşadamı sınıf arkadaşım rahmetli Mehmet Mermerci'yi hatırlıyorum. Bütün teşhisleri olaylarla doğrulanan bir ekonomi uzmanıydı. Benzine zam yapıldıkça herkes içerlerken o sevinirdi. "Döviz ziyan ettiriyor, çevreyi kirletiyor," derdi. "Mümkün mertebe az benzin kullanılmalı."
Seçim yaklaştıkça vaat yarışında hızlanırken uçanlar var. İktidara gelme olasılıklarının bulunmadığını da biliyorlarsa, bol keseden atmakta beis görmüyorlar tabii. Ama toplumun iştahı açıldıkça açılıyor. Mide fesadından kaçınabilme yönünde ne kadar yol almış olduğumuz iki hafta sonra anlaşılacak.



Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA