Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Avrupa'nın lider açığı

Son yıllarda iyice pekişen ve Avrupalı dostlarımla da her fırsatta paylaştığım bir yargım var: Avrupa Birliği'ni devlet adamları kurdu, politikacılar batırıyor.
Avrupa ülkelerini yöneten politikacı kuşağı sadece yeteneksiz değil, cahil de.
Zaten başta düşünce kuruluşları ve akademik çevreler olmak üzere Avrupa'daki birçok odak da "AB'deki ekonomik ve finansal krizin sadece sorumlusu değil, nedeninin de siyasetçiler olduğunu" giderek daha yüksek sesle ifade etmeye başladılar.
Son olarak Almanya eski Başbakanı Helmut Schmidt de bu yaraya sadece parmak değil, tuz da bastı. İşte tespiti: "Avrupa yönetici eksikliği çekiyor. Gerek üye devletlerin başında, gerekse Avrupa kurumlarında güçlü kişiler açığı var." Schmidt'in iki yıl önce yaptığı değerlendirmenin geniş bir özetini ilk fırsatta yayınlayacağım.

***

Bu girişi yapmama Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff'ün bir çağrısı neden oldu. İtalya gezisi sırasında Milano'da üniversite öğrencilerine hitap eden Wulff, konuşmasında Türkiye'nin AB sürecine de değindi ve "Avrupalılar altlarına imza attıkları ahde vefa ilkesinin gereğini yerine getirmeliler" dedi. Bu sözlerine itirazım yok.
Kızgınlığım konuşmanın bundan sonraki bölümüne. Wulff'e göre, "Türkiye için AB üyelik perspektifinin açık kalması önemli", çünkü "Türkiye, Mısır, Libya ve Tunus gibi ülkelerde demokrasi için örnek oluşturuyor."
Ya sabır... (Not: Birkaç gündür Türkiye'de olan Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus zaten "Sabrımıza hayran kaldığını" söyleyip duruyor.) Arap baharı başkaldırılarına kadar Türkiye'nin AB üyeliğine veya perspektifine destek veren Avrupalılar, "Dinler, kültürler arasında köprü işlevi görmemiz" gerekçesine sarılıyorlardı.
Arap baharından bu yana bir de olduk demokrasi modeli.
Yine ya sabır... (Not: Klaus, "Türkler gerçekten çok sabırlı insanlar. Ben bu kadar sabırlı olmazdım" diyor.) Türkiye, AB'ye, daha doğrusu o zamanki adıyla "Demokrasiler ailesi" olan Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üyelik için 1959'da başvurdu.
Çünkü o tarihte en az 10 yıldır demokrasiyle yönetiliyordu.
1959'dan bu yana Arap âleminde ne kasırgalar esti... Nasır milliyetçiliğinden, Baas modelinden, Hamas, Hizbullah deneyimine kadar... Bu kasırgaların hiçbirinde esin kaynağı veya teşvik unsuru olmayan Türkiye şimdi mi bu işlevi üstlenecek?
Türkiye 1959'da Avrupa kapısını çaldığında, 1946'dan bu yana çok partili seçimler sonucu oluşan iktidarlarca yönetiliyordu.
1940'ların ortasında Avrupa'nın kaç ülkesinde demokrasi vardı?
Bugün AB üyesi olan 27 ülkenin kaçı demokratik rejime sahipti? Sayayım.
Polonya, Letonya, Litvanya, Estonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Bulgaristan ve Romanya, komünist diktatörlüktü.
İspanya ve Portekiz, faşist diktatörlüktü.
Finlandiya ve Avusturya, Doğu ile Batı'nın eşit güçle temsil edildiği renksiz siyasal rejimlerdi.
Almanya ve Fransa, İkinci Dünya Savaşı yıkıntıları arasında rejimlerini yeniden inşa etmeye çalışıyorlardı. Belçika, Hollanda, Lüksemburg, İtalya da...
Ne kaldı geriye?
İşte Türkiye sıcak savaşın yerini soğuk savaşa bıraktığı o dönemde, özgür iradesiyle demokrasiye geçti. O günden beri de bir-iki kısa kesinti dışında demokrasisini sürdürüyor, güçlendiriyor, derinleştiriyor.
Bugün Türkiye'nin AB adaylığını, Arap ülkelerine "Demokrasi modeli" oluşturması gerekçesine dayandıranlara bir önerim var:
Türkiye, AB'nin silahlı kanadı sayılabilecek NATO'nun üyesi. Madem model yapmak istiyorsunuz, esin kaynağı ve teşvik olabilmesi için açın NATO'nun kapılarını Arap ülkelerine. Onları sadece NATO operasyonuyla demokrasiye geçirtmekle kalmayın, demokrasilerinin kalıcı olabilmesi için NATO'ya alıp güvence işlevini de görün. Var mısınız?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA