- Kitabın nirengi noktası babanız. Neden şimdi babanızı anlatmaya karar verdiniz?
- Bu kitap bir üçlemenin üçüncüsü. Veda'yla başladı, orada ailemden çok işgal altındaki İstanbul'u anlatmak istemiştim. Bir imparatorluğun çöküşünü en iyi kendi evimin üzerinden anlatabileceğimi düşünmüştüm. Büyükbabam son Maliye Nazırı'ydı. O kitap annemin doğumuyla bitti. Veda çok sevildi, Dublin IMPAC Edebiyat ödülüne aday. Ardından Cumhuriyet'in ilk 20 yılını anlattığım Umut'u yazdım, benim doğumuma kadar sürdü. Umut'ta nirengi noktası büyükbabamın küçük kızının bir Ermeniye âşık olmasıdır. Onun üzerine okuyuculardan bana gelen e-postaları size anlatamam, onlara ne oldu diye herkes merak içinde.
- Babanız iki romanın da her yerinde...
- Hayatımda beni etkilemiş birkaç olay ve birkaç kişi varsa, onlardan ilki babamdır. Çocuklarımı bile babam kadar sevmedim. Babama siyasi hayatta çok haksızlıklar yapıldığını düşündüm, o hiçbir zaman siyasete girmedi ama bir kadir bilmezlikler ülkesidir Türkiye'de. Babam, Su İşleri'nin kurucusudur ve şimdi orada bir fotoğrafı bile yoktur. Ben ailemden dolayı kendimi hep çok mutlu hissettim. Kucağına alan, şımartan, öpen bir baba değildi ama her zaman onun sevgisini arkamda hissettim. Başıma ne gelirse gelsin babam beni anlardı, bunu bilirdim. Hastalığı döneminde kendimi çok suçladım. Çünkü çok basit bir hastalıktan öldü.