Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM SANCAR

YALNIZLIK, süpürge saçlı kontes

"Beyaz" olmadığımıza göre tuzumuz kuru değil! Şüphesiz hepimizin hayatı bir travmalar geçidi. İçimizdeki en ağzı sıkının bile, ne kadar kendini saklasa da, mutlaka gerçek bir hayal kırıklığı, tenhalığı, yalnızlığı var...
Sosyal itibarlara gölge düşmesin diye kimselerle paylaşılamayan acı hatıralar bir ömür boyu gider insanın yanı sıra. "Siz benim neler çektiğimi nereden bileceksiniz" diyen o efkar, o büyük yalnızlık tin tin takip eder kişiyi. Rahat bırakmaz.
İnsan olgunlaşınca kalp kırıklıklarının gölgeleriyle barışır ama! Şanslı olanlarımız, yalnızlığıyla kol kola girer. Kah tutar yaralarını sarar, tamir eder, iyileştirir; kah bir sevgiliye dönüştürür hüsranını.
Sanat, bundan başka nedir ki sanki?
Diğer taraftan efkarında, kimsesizliğinde güzelleşir, pişer, demlenir insan. Sabretmeyi bilirse, tavşan kanı çay derler ya, o olur...
Dut yemiş bülbülün bile içindeki konuşma bitmez! Kalbi fısır fısır fısıldar durur peşinde. Dinleyeceksin o sesi! Dışarısı çok gürültülüdür. Duyamaz insan iç sesini, sağır olur kalabalıkta.
Ne kadar kalabalıktaysa o kadar dağılır kişinin şirazesi. Bırakın menfaat rozetli ahbaplıkları, sosyal medyada kaç kere "like" edildiğiyle bile dinmez insanın göğüs boşluğunun ayazı.
O yüzden "Her koyun kendi bacağından, her ölüm tek başına" denmiştir. Bu laf insanın ciğerine granit bir taş gibi inmiştir. Yalnızlık duygusu netameli bir "çift" anlam yani. Can Yücel, deli şair, durumun en kahırlısını yazmış:
"Yalnızlığım benim, sidikli kontesim!"
Yalnızlık, yüzünü Batı'ya dönmüş kentlerin, ülkelerin, bireylerin onulmaz hastalığı. Sürekli bir sızlanma durumu. Avrupa filmlerine bakan bunu anlar. Özellikle İskandinav filmlerine.
Diğer yönden yalnızlık üretici süreçlerin de bir motoru, enerji kablosu. Bu da var!
Ömer Lekesiz, geçenlerde şöyle bir şey yazdı: "Ama bakar mısınız, bu yalnızlıklar nasıl da bütünleşiyor asaletinizle! Bugün geriye dönüp baktığımızda sadece o fedakarları görüyoruz; hainler, dönekler, insan satanlar ise güçlü yağmurlarla birer kazurat gibi silinip gitmişler. O halde şerefli yalnızlığınızın kıymetini bilin ki, sizi kıymetli kılan odur..."
Yalnızlık bazen onurlu bir şey! Onu söylüyor.
Yalnız kalmak isteyen insanları taciz etmek ise toplumsal bir vazife! "A niye öyle tek başına arpacı kumrusu gibi düşünüyorsun?" "Düşün düşün çoktur işin", falan.
Yalnızlık, yalnız kalmayı bilebilen için faydalı bir etkinlik çoğu zaman. İnsan kendi içine ancak öyle bakabiliyor. İçinde olan biteni anca öyle sezebiliyor. Tefekkür toplu bir iş değil. Tek tek yapılıyor.
"Has edebiyatçıların temel varoluşsal bir iç sıkıntısı, derin bir içsel yalnızlık hissiyle yaşadıklarını, bu iç sıkıntısını aşmak, devasa bir terk edilmişlik hissi içinden algıladıkları hayatla başa çıkmak bakımından yazıyı bir sığınak olarak kullandıkları" da bir gerçek. "Dante, Yunus Emre, Mevlana; Shakespeare'in eserlerinde, ilahi hakikatle buluşma noktasındaki bir derin yalnızlık ve kendisi ile baş başa kalma ihtiyacı" da anlaşılabilir. (1)
Halktan uzak Hakk'a yakın bir haldir bu. Kozmik bilincin yağmurunun altına, çırılçıplak soyunup çıkmış olanın kaderidir! Amma velakin insan, kazdığı bu siperin toplumun içine yayılmış ilahi hakikatle temasını kaybettiğinde nemrut, asabı bozuk bir "Entel" olup çıkıyor karşımıza.
Bizim müzmin "Jalelere" baktığımızda, iç dünyalarındaki haset ve hıncın kişiliklerinin ana akımı haline geldiğini, bu yüzden böylesine ve bu kadar vicdansız olduklarını söyleyebiliriz. Kendi mahallelerine kazdıkları sığınak ve hayali düşmanlardan ötürü psikolojileri öyle hasar görmüş ki, yalnızca kendi acılarına kulak kesilmişler. Bir "Yetmez ama" diyorlar, bir "yeter!" Titrek bir hologram, mızıkçılık, bir kaygı bozukluğu...
İnançsız insanlarda kutsal yerlerin yarattığı ürperti, varoluşçu bedbinliği bile sarsar bazen. Öyle bir ürperir ki tüyler, o anda kadim soruyu sorar kendine insan: Ben kimim? Aynalardaki soytarı ben miyim?
Nihilizmin derinliğinde yatan melankoliden bahsetmiyorum, insanın kendine duyduğu büyük inançsızlıktır söylemek istediğim. "Turist Aydın" kimliğinin kronik kibri; köksüz bir soğuk nevale olduğunu bilmenin dehşetinde gizlidir...
Karışık bir iş vesselam... Halbuki, bize şah damarımızdan daha yakın olan varsa, umut da vardır. O'nu, damardaki tansiyondan dinlemek için zaman zaman yalnız kalmalıyız, mesele bu!
Ne demiş Turgut Uyar; "Hazırlandın diyelim bir yolculuğa, 'bu yalnızlığa da olabilir' diyor birisi. Dayanıklı mısın bakalım..."
(1) HECE
dergisi Kasım 2013, Ali Galip Yener: Kafka...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA