Türkiye'nin en iyi haber sitesi
METİN SEVER

Cumartesi Anneleri'nden general eşlerine

'Kışlaların dolup taştığı günlerdi." Selimiye, Alemdağ, Kabakoz, Davutpaşa... Hepsi tıka basa doluydu. Davutpaşa Cezaevi, eski bir askeri kışladan dönmeydi. Fabrikaların arasından geçerek, kışlanın ana kapısına ulaşılırdı. Hemen sağında geniş bir toprak alan vardı. Burası aylarca yıllarca mahkum yakınlarına 'mesken' oldu. Anneler, babalar, eşler, çocuklar, kardeşler.... Her ziyaret günü sabahın ilk ışıklarıyla yollara düşerlerdi. Özel araçları yoktu. Minibüsle, otobüsle gelip giderlerdi. Soğukta, karda, sıcakta. Yağmurlu günlerde ayakkabıları balçık içinde kalarak. 'Paşa devlet', aylar sonra oraya bir çadır kurmayı akıl edebildi. Sadece bir çadır! Cezaevi binası ana kapıya oldukça uzaktı. Aileler askeri cemselerle götürülürdü. Yaşlı kadınların, adamların o yüksek cemselere tırmanmaya çalışmaları tam bir işkenceydi. Yine de cemseye çıkanın gözleri parlardı. Cemseye oturmak, evladını göreceksin anlamına gelirdi. Çünkü çoğu zaman evlatlarını göremeden geri dönerlerdi. Çünkü aylarca görüş yasağı konurdu. Ama onlar tek bir hafta vazgeçmediler. Her hafta geldiler. Acılarını birlikte sağılttılar. Öfkelerini birlikte çoğalttılar. Gerektiğinde direndiler. Dayak yediler, aşağılandılar. Yaka paça gözaltına alındılar. Ve mahpuslar, yani çocukları bilirdi; onların oralarda olduğunu. Ve yıllarca birlikte dayandılar darbeye. "Dili olsa da konuşsa," derler ya! O boş arazinin, toprağın dili olsa da konuşsa! Boşuna değildir Nevzat Çelik'in "Beni burada arama anne/ kapıda adımı sorma/ saçlarına yıldız düşmüş/ kopama anne/ ağlama," dizeleri. Boşuna söylenmiyor Şu Metris'in Önü Bir Uzun Alan şarkısı.

DİDAR ŞENSOY VE EMİL GALİP
Bu sürecin devamında kuruldu İnsan Hakları Derneği. Cemal Süreya'nın "İnsanlığa gönderilen bir mektuptur," diye tanımladığı rahmetli Emil Galip Sandalcı bu dönemlerde hırpalandı. Birçok kez gözaltına alındı. Didar Şensoy bu sürecin devamında itilip kakılırken yaşamını yitirdi. 'Cumartesi Anneleri' bu sürecin devamında ortaya çıktı. Onlar cezaevleri önünde bekleyen analar kadar bile şanslı olamadı. Kiminin oğlunu, kiminin eşini alıp götürdüler. Kaybettiler. Bir daha haber alınamadı hiçbirinden. Onların analık duyguları ateşle sınandı. 15 yıldır Galatasaray Lisesi'nin önünde oturuyorlar. Ama hiçbir zaman gazetelere manşet olamadılar. Ya görmezden gelindiler ya da 'terörist' muamelesi gördüler. Coplandılar, üzerlerine köpekler salındı. Oysa istedikleri tek şey oğullarının yakınlarının mezarıydı! İstedikleri tek şey ellerindeki karanfilleri bırakacakları bir mezardı!

BİR İLK GERÇEKLEŞTİ
Türkiye'de geçen hafta bir ilk gerçekleşti. Bu kez 'Balyoz Darbe Planı Davası'nda tutuklanan komutanların eşleri adliye önünde eylem yaptı. Sokağa çıktılar, trafiği kestiler. Slogan attılar: "Artık susmayacağız." Türkiye için ilginç bir fotoğraftı. Ve çok şanslıydılar. Ne üzerlerine cop indi, ne de gözlerine biber gazı sıkıldı. 'Cumartesi Anneleri'ne karşı 'kör, sağır' olan, hatta 'terörist' muamelesi çeken medya, komutan eşlerine geniş yer verdi. Bazılarında manşete çıktılar. Bir yanda Cumartesi Anneleri var. Diğer yanda general eşleri. Sorduğum soru açık. Çok açık. Sokaklarında Cumartesi Anneleri'nin, Arjantin'deki gibi Plaza de Mayo annelerinin eylem yaptığı ülkeler mi daha demokratiktir. Yoksa...General eşlerinin eylem yaptığı, cuntacıların yargılandığı bir ülke mi? Sorum çok açık. Hangi fotoğraf sizin canınızı daha çok yakıyor? Tercihiniz hangisinden yana? Tercihiniz turnusol kağıdı gibi. Benim tercihim Cumartesi Anneleri... Hayalim ise kimsenin sokaklarında yürümek zorunda kalmadığı, askerlerin darbeyi akıllarından bile geçirmediği bir ülke.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA