Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Robin Hood cesareti

Roman, sinema, bir Bergman filmi ya da bir Ridley Scott filmi fark etmez; sonunda her sanat yapıtı bize yaşadığımız bir şeyi tecrübe etmek imkânı verir. İşte Robin Hood da bunu yapıyor. Film, 13. yüzyıl sonu İngilteresi'nde yaşanan politik meseleleri belki yüzeysel ama yine de net anlatıyor

'Sinemanın Büyük yapıtları' (Major Works of Cinema) dersine giren hepsi birbirinden parlak asistanlarım Ridley Scott'ın Robin Hood filmini niçin sevdiğimi anlatırken bir yandan kapının önünde sigara içiyor bir yandan da hayretle yüzüme bakıyorlardı. Hep sanatsal sinemadan dem vurduğumuz için olacak, bir 'blockbuster' ('kuvvetli gişe filmi'diyelim) filmini öyle anlatınca edebiyatçı asistan Raşit nihayet dayanamayıp 'döndünüz hocam' deyip can havliyle ekledi: "Sinema tarihini tüketince bu filmleri sevmeye başladınız." E tabii, Robin Hood'u, bırakın 1960'ların büyük isimleri Antonioni, Fellini, Bunuel, Passolini hele hele Bergman ile kıyaslayacak halim yok. Öyle bir karşılaştırmanın manası da yok. Ridley Scott, besbelli, Gladyatör tutunca ve epey para getirince bu defa, o baba yönetmenler bir yana, kendi klasiği ve benim dersin banko filmleri arasında yer alan ve öteki asistan Ali'nin 'hastası olduğu' Blade Runner'la bile birlikte düşünülmeyecek şu son filmine yönelmiş. Bunları kabul etmesine ediyorum da bu durum, bizim Yeşim Tabak'ın da beğenmediği Robin Hood'u sevmemeyi gerektirmiyor. Bu nedenle, son zamanların moda Türkçesi'nden bir cümleyle ifade ederek, 'size alternatif bir Robin Hood okuması deneyeyim'.

NEDİR Kİ, SİNEMA DEDİĞİMİZ...

Sinemanın herhalde 15738 tanımı yapılmıştır bugüne kadar. Hepsi de doğrudur. Sinema biraz körün fili tarif etmesi gibidir. O kadar geniş bir artistik üretimi herkes kendi eline gelen yanıyla tanımlayacaktır. Ama bunların hiçbirisi sinemanın mutlaka şu ya da bu olması gerektiğini öne süremez. Sinema mutlaklaştırılmaya en az yatkın bir alandır. Her şeyden önce bir kitle sanatıdır. Hollywood onun bu özelliğini bildiği için sinemayı 'eğlence' (entertainment) olarak kabul eder. Diğer filmler 'indi cinema' (bağımsız sinema) örneğidir ve entelektüel bir kesime dönüktür. Küçük bütçelerle yapılır, meseleleri çok daha özgüldür (spesifik). Bütün bunların ötesinde sinema görsel bir şeydir. Elinde bulunan ve git gide genişleyen teknik olanaklar sinemanın dünyayı, nesneleri, olayları bize bambaşka bir açıdan ve bambaşka bir boyutta göstermesine fırsat verir. Sinemanın görselliği sadece teknik bir olgu değildir. Sinema görselliğini kullanarak ideolojik bir alan yaratır. Görsel ideoloji dediğimiz bu olgu mimariden sonra, belki daha fazla, içinde yaşadığımız dünyayı belirler. Üç: sinema psikanalizi bir enstrüman olarak kullanır. Tekniğin bu derecede gelişmediği bir dönemde bile sinemanın gelmiş geçmiş en büyük ismi olan Hitchcock bu olanağı değerlendirerek insanın bilinç ve bilinçaltı dünyasını alt üst etmeyi başardı. Yapaylığı ve yanılsamayı gerçeğe dönüştürdü. İyi film bunu göz ardı etmez, seyirciyi kendisiyle bütünleştirir. Nedeni sinemanın bizim ilkel yanımıza hitap etmesidir. Çok yazdım. Sinema salon demektir. Salon bir mağaradır. Her mağara ana rahmidir. Kaldı ki, az sonra ışıklar kararacak, biz o mağaraya büsbütün emileceğiz. Az sonra sahne başlayacak. Perdede Tanrılar ortaya çıkacak. Hep beraber soluk alıp vereceğiz, korkup, ağlayıp güleceğiz. Dış dünyayı terk edeceğiz. Psikanaliz ve görsel teknikler, efektler kullanılarak bilinçaltımıza yolculuk yapacağız. Kahramanın yolculuğunu (journey of the hero) izleyeceğiz. Mitolojiden ortak bilinçaltımıza aktarılanlarla özdeşleşeceğiz. Holywood 1980'lerden başlayarak bu gerçeği kitle sinemasını yeniden keşfederek Star Wars'la, Jaws'la, Indiana Jones'la işledi. Onu Yüzüklerin Efendisi gibi diziler izledi. Şimdi Avatar odur, Gladyatör odur, Robin Hood odur. Yani zamanın bu filmlerde nasıl geçtiğini bilmezsiniz, bu filmler görsel bir şölendir, mitolojiyle iç içedir (o da esas itibariyle baba-oğul ilişkisidir). Animasyon ve bilgisayar teknikleri işi daha da katmerli hale getirmiştir.

GÖRSEL ŞÖLEN VE ÖTESİ...

Robin Hood şu saydığım özelliklerin hepsini taşıyor. Önce müthiş bir görsellik var. 1300'lerin İngilteresi'nde o savaşlar, pusatlar, atlar, giyimler, kalelerin fethediliş yöntemleri, iç mekân düzenlemeleri, köy hayatı, kraliyet hayatı, yaşantılar... Hepsi inceden inceye işlenmiş. Elbette savaş sahneleri ve efektleri beni de sıkıyor ama hiç öyle palavra olmayan o düzenlemeleri izlemek, ne bileyim, o dönemdeki gemilerle sürdürülen bir kara çıkartmasının nasıl olabileceğini görmek de beni heyecanlandırıyor. Tabii ki, derinleşmiyor film. Bütünüyle bir aksiyon filmi olarak başlayıp bitiyor Robin Hood. Sıkı bir hikâye çizgisi var. Onu izliyor. Sona erince film de tamamlanıyor. Buna mukabil bir başka düzlemde 13. yüzyıl sonu İngilteresi'nde yaşanan politik meselenin belki yüzeysel ama bu derecede net anlatımına ne diyeceğiz? Kuzeydeki lordların, baronların, feodal beylerin vergi sorunları nedeniyle güneydeki merkeze yani krallığa karşı birleşip savaş açmasını, Magna Carta'nın yani Britanya Anayasası'nın hangi şartlarda teşekkül ettiğini, İngiltere-Fransa ilişkilerini, küçük köylülüğün halini, feodal dönemin siyasal doğurganlığını anlatan bu filmi yok mu sayacağız? Elbette bunun da klişeleri var: Klasik baba-oğul hikâyesi, kadın-erkek ilişkilerinin şablonu bu filmde de göze batıyor ama ne diyelim o kadarı kadı kızında da olur. Fatih Özgüven taç giyme sahnesinden etkilenmişti. Katılıyorum. Müthiş bir sahne o. Thames Nehri'nden gemilerin girişi ve devamı. Ama ben Fransa Kralı'nın bir kıyıya oturmuş, o muhteşem kadehe oturmuş amber rengi bir beyaz şarap eşliğinde sudan çıkan taze istiridyeleri açıp hapır küpür gövdeye indirdiği sahneyi ve o muhteşem Ortaçağ giysilerini hiçbir şeye değişmem. Değişmem çünkü, hangisi olursa olsun, ister roman ister sinema, ister Bergman filmi ister Scott, sonunda sanat yapıtı bize yaşayamadığımız bir şeyi tecrübe etmek imkânı verir. İşte bunu yapıyor Robin Hood. Ama Raşit korkmasın. Bu yazıyı yazdıktan sonra baş asistan Nuri Paşa Hazretlerinin 'indirdiği' bir Greenaway filmi izleyeceğimi yazayım da içi rahat etsin, gidip Robin Hood'u ağız tadıyla izlesin.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA