Türkiye'nin en iyi haber sitesi
METİN SEVER

Gazoz kapağından kale yapmak!

Küçücüktük. Gazoz kapaklarını, kibrit kutularını oyuncak yaptığımız günler. Mahallede Roman bir çocuk vardı. Cemal. Kimi büyük çocuklar onu sevmezdi. Hırpalamak için bahane ararlardı. Tek bir gazoz kapağını vermemek için dayak yediğine çok tanık oldum. Çocuk aklımla, 'verse şu tek gazoz kapağını da kurtulsa' diye düşünürdüm. Niye vermediğine bir anlam veremezdim. Ama o inatla direnirdi. Aradan yıllar geçti. Biz büyüdük, kirlendi dünya. 12 Eylül darbesi oldu. Bu ülkedeki birçok insan gibi yolum Davutpaşa Cezaevi'ne düştü. Yoldan geçerken bir çay içimi uğradım, bana müsaade diyemediğim için de 'yatıya kaldım!' Bir gün cezaevi komutanı Binbaşı Adnan geldi. Hâlâ yaşıyorsa kulakları Moğol ordusunun borazanı ile çınlasın! Saçlarımızı asker tıraşı kesmeye kalktı. Direnince kallavi bir sopa yedik. Adnan elinde bir düdük. Orkestra şefi gibi! Öttürüyor. Sopalı palaskalı askerler Allah Allah nidalarıyla saldırıyor. Gruptan birisini koparıp döve döve saçını kesiyorlar. Sonra Adnan yine düdük çalıyor. Askerler tekrar taarruzda. Düdük, saldırı. Düdük, saldırı. Sanırsın ki mübarekler Conkbayırı'nı ele geçirecek! Oysa hedef sırma saçlarımız! Bu mücadele uzun süre devam etti. Bir görüş günü anneciğim "Oğlum kestirin kurtulun. Bir saç için bu kadar dayak yenilir mi?" dediğinde; yıllarca aklımın bir yerinde köşeli jeton gibi duran Cemal'in gazoz kapağı, esneyip zihnimin haznesine düşüverdi.

ZİNDANCI GİBİ DAVRANDILAR
Çünkü mesele gazoz kapağı veya saç değildi. Onlar birer simgeydi. Cemal o gazoz kapağını kuzu kuzu verirse, başka şeyler isteneceğini hissetmişti. O gazoz kapağı Cemal'in direnme noktasıydı. Kendini korumak için gazoz kapağından kale yapmıştı. Aynı şey siyasi mahkûmlar için de geçerliydi. Saçlar kuzu kuzu kestirilirse, arkasından başka şeylerin geleceği biliniyordu. Çünkü darbecilerin asıl istediği tüm otoriter ve totaliter devlet biçimlerinde olduğu gibi mahkûmları kimliksizleştirmek, kişiliksizleştirmekti. Onların gözünde hapistekiler 'suçlu' değil 'düşmandı.' Bunun için de hep zindancı gibi davrandılar. Ve tutukluları 'teslim almak' için her türlü insanlık dışı yolu denediler. Tek tip kıyafet uygulaması da bunlardan biri. İstanbul'da 1984'te uygulamaya konuldu. Direnenler ağır işkence gördü. Görüş ve havalandırma, her şey yasaklandı. Mahkeme ve hastaneye gidişlerinde saatlerce iç çamaşırlarıyla soğukta bekletildiler, hücrelere atıldılar. Bu süreçte tek tipe girmeyi reddederek ölüm orucuna giden beş kişi hayatını kaybetti. Cemal gazoz kapağından, mahkûmlar ise elbiselerinden kale yapmıştı. Bu kale, yer yer gedikler açılsa da yıkılmadı. Devlet 1988'de tek tipten vazgeçti.

ASKERİ CEZAEVLERİNDE DEVAM ETTİ
Ancak askeri cezaevlerinde sorun devam etti. Fakat geçtiğimiz günlerde ilginç bir gelişme oldu. Bu uygulama, darbe planlamakla suçlanan generaller tutuklanınca birden kaldırıldı. Yani birileri generallere tek tipi yakıştıramadı. İyi de yaptılar. Ancak şunları sormak hakkımız galiba: - Bu uygulama insan onurunu ayaklar altına alıyorsa neden yıllarca insanların onuru ile oynadınız? Özür dilemeyi düşünüyor musunuz? - Yakın zamana kadar askeri cezaevindeki er ve erbaşlara, vicdani retçilere giydirirken generallerin giymemesi "vicdana" sığar mı? - 'Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma' sözü ahlakın temeli değil mi? Son olarak merak ediyorum: Generaller tek tip elbiseye karşı açlık grevi yapar mıydı? Tarih büyük bir ironiyi kaçırmış olabilir mi?

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA