Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Daha dün annemizin kollarında yaşarken..

Geçen pazar günü Ankara Mimar Kemal İlkokulu mezunlarından İstanbul'da yaşayan bizlerin küçük bir bölümü toplanıp yemek yedik.
Bizim okul, Mimar Kemalettin Bey'in öldüğü 1927'de açılmış. Yani Cumhuriyet Ankara'sını simgeleyen bir eğitim kurumu. Örneğin Bülent Ecevit de 1936 mezunuymuş. Altan Öymen ise 1942 mezunu. Murat Karayalçın da Mimar Kemalli olduğuna göre, okul adeta CHP'ye lider yetiştirmek üzere kurulmuş.
Ayrıca Çetin Altan, Sevim, Ali ve Yüksel Bozer'ler, Öztin ve Lale Akgüç'ler, İbrahim Tahtakılıç, Ali Coşkun, Akın ve Birol Öngör'ler, Seçil Heper, Erdoğan Berker, Hasan Cemal, Erman Toroğlu, Mahfi Eğilmez, Cüneyt Koryürek diğer bazı Mimar Kemalliler.
Barlaslar içinse Mimar Kemal bir aile ocağı gibi. Kardeşlerim (Fatma ve Selim) ve ben de Mimar Kemal'de okuduk.
Ben okumayı orada öğrenmedim. Ablam Fatma evde ders çalışırken ben de ondan öğrenmişim okumayı ve ilk sınıf derslerini. Mimar Kemal'de beni sınava soktular. İlk iki sınıfı okumadan 3'üncü sınıfa alındım.
Yaş ortalaması benden iki yaş büyük bir sınıfta okumak çok özenilecek bir durum değil açıkçası. Hayata erken başlamak da çok anlamlı değil neticede. İşte şimdi Sabah'taki meslektaşlarımın en yaşlısıyım herhalde.
Kızım Ela'nın 3-4 yaşındayken bir arkadaşı vardı. Onun babası Ela'nın babasından daha gençti. Küçük kız da bu duruma sinirlenirdi. Bu konuda bir gün çekişirlerken şöyle dedi Ela'ya:
- Tamam. Bugün senin baban benimkinden daha büyük olabilir. Ama birkaç yıl sonra benim babamın yaşı senin babanın yaşını geçecek.
Keşke böyle bir şey mümkün olabilse. Herkes yaşlanırken siz olduğunuz yaşta durabilseniz. Herkes sizi geçse ve siz bu yarışta hep geri kalsanız ne hoş olurdu. Ama bu ancak çocukların hayal dünyasında olabilir. Çocuk kalabilmeyi başardığınız takdirde de roman yahut tiyatro yazarı olup, o hayal dünyasını kitaplara, sahnelere taşırsınız.
Oğlum Cemil'in çocukluk dünyasını hatırlıyorum. Bir gün gelip "Sen tavanda yürüyebilir misin " diye sordu bana. Ben "Tavanda nasıl yürüyebilirim ki" diye cevap verdim. Güldü, "Sen yürüyemiyorsun ama karıncaların babaları yürüyor" dedi.
Neyse. Pazar günkü sınıf toplantısında okul anılarımızı anlattık.
Sınıfta çok güzel, çok tatlı bir kız vardı. Yaşınız 6 ile 7 arasında olsa da, erkeksiniz neticede. Ona her gün kalem getirir, bir şeyler vermeye çalışırdım. Bizim sınıf benim bu ilgimin farkına varmış olmalı ki, bir gün teneffüste, "Mehmet Ayşe'yi seviyor" diye tempo tutmaya başladılar. Ne yaparsınız bu durumda. Tabii ağlamaya başladım.
O sırada zil çaldı ve öğretmenimiz Zeliha Hanım girdi sınıfa. Beni ağlarken görünce yanıma gelip, "Ne oldu" dedi. Ona "Ben Ayşe'yi seviyormuşum" diye olup biteni hıçkırıklar arasında anlattım. Zeliha öğretmen bunun üzerine bana sordu:
- Sen beni sevmiyor musun?
Hemen "Sizi çok seviyorum öğretmenim" diye cevap verdim. Zeliha öğretmen bu cevap üzerine şöyle demişti.
- Demek sevmek utanılacak, ayıp bir şey değil. İnsan arkadaşını da, öğretmenini de, başkalarını da sevebilir. Buna ağlanır mı?
Söylediğim gibi okumayı değil ama sevginin utanılacak bir şey olmadığını Mimar Kemal'de öğrendim.
O pazar günü Mimar Kemal Okulları Mezunları Derneği'nin 29 Mayıs'ta okulda yapacağı törene katılmak için, trenle Ankara'ya gitmeye karar verdik. Bu arada Altan Öymen'i de biz İstanbul'da yaşayan mezunlar genel başkan seçtik. İyi ki Deniz Baykal Mimar Kemalli değil. Herhalde Altan Öymen'i ihraç istemiyle Disiplin Kurulu'na verirdi.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA