Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Bütün darbeler aynı yılın takviminde yer alsaydı...

Önemli günler iyi ki yıllara dağıtılarak takvim yapraklarına yerleştirilmiş durumdalar.
Düşünün bir kez.
Ya 14 Mayıs 1950 de, 27 Mayıs 1960 da, 12 Mart 1971 de, 12 Eylül 1980 de, 28 Şubat 1997 de, 10 Kasım 1938 de, 29 Ekim 1923 de, 23 Nisan 1920 de, 30 Ağustos 1922 de, 19 Mayıs 1919 da aynı yıl içinde yaşansaydı.
14 Mayıs'ta iktidar olan Demokrat Parti 27 Mayıs'ta askeri darbe ile devrilseydi...
Veya 29 Ekim'de Cumhuriyet'i ilan ettiren Atatürk 10 Kasım'da ölseydi...
Geçen yıllar, kişilerin konumlarına göre yaşananların bugüne olan uzaklıklarını veya yakınlıklarını belirliyor.
Galiba bu yüzden bazıları için 28 Şubat post-modern darbesi uzak tarihte yapılmış kadar eski, bazıları için de dün yapılmış kadar taze.
Hatta bazıları için 27 Mayıs da, 12 Mart da, 12 Eylül de, 28 Şubat da yok sanki.
Aktif siyasetteki yaşamında darbelere hedef olmuş, yasaklanmış, toplama kampında ikamete zorlanmış bir siyasetçi bugünün Türkiye'sinde "Balyoz balon olup patlamıştır, Genelkurmay Başkanı da Başbakan'ın anladığı dilden konuşup onu hizaya getirmiştir" diye konuşabiliyorsa, bunu Yakup Kadri'nin söylemiyle "Yıllar yarlardan vefasız" şeklinde yorumlamaktan başka ne yapabilirsiniz?

Hangi çağdaşlık?

28 Şubat'ta da, daha önceki darbelerle iki kez devrilmiş bir başka siyasetçi o gün iktidarda olduğu için Beethoven'in 9'uncu Senfonisi'ni icra eden orkestrayı gösterip "İşte çağdaş uygarlık" dememiş miydi?
Düşünün ki Amerikan ordusunun Irak'ı işgali üzerinden 7 yıl geçti.
28 Şubat post-modern darbesinin üzerinden de 13 yıl geçmiş.
Gerçekten "Zaman sanki bir rüzgâr ve bir su gibi aksın" şarkısının konusudur yaşam.
O dönemden kalan anılarım var.
Konya'daydım... Besin endüstrisinde ihtisaslaşmış bir şirketin yöneticisi dert yanıyordu.
Makarnayı iki defa fırınladıkları zaman karbonhidrat değerinin düştüğünü saptayıp "Diyet makarnası"nın patentini almak için Ankara'ya başvurmuşlar.
Ama şirket "Konya"da bulunduğu için patent başvurusu reddedilmiş.
Bunun üzerine Adapazarı'ndaki bir şirket üzerinden patenti almışlar.

Konya ve Diyarbakır

Dönemin atanmış Başbakanı'nın aklına "AB'ye giden yol sade Diyarbakır'dan değil Konya'dan da geçer" demek gelmiyordu o dönemde.
Hatırlıyor musunuz Susurluk'taki kazayı.
3 Kasım 1996 akşamı olmuştu o kaza.
Sonra kentlerde "Susurluk aydınlansın" diye ışıkları kapatma eylemleri başlatılmıştı.
28 Şubat 1997'de de Susurluk dahil her şey karartılmıştı.
O günlerde "Batı uygarlığı"ndan anlaşılan şey "Batı Çalışma Grubu" değil miydi?
Kimse aile boyu Umre yapmayı aklına getiremezdi o günlerde.
"Özgür basın"ı da "Medya Karteli" temsil ederdi.
Bugün "Balyoz balon olup patladı" diyenler, "Andıçlar" karşısında dut yemiş bülbül rolünde Oscar'a aday olmaktaydılar.
Ne dersiniz?
Ya 27 Mayıs 1960 da, 12 Mart 1971 de, 12 Eylül 1980 de, 28 Şubat 1997 de aynı yılın takviminin yapraklarında yer alsalardı?
Balyoz'a "Balon" diyenlerin kafaları kim bilir nasıl karışırdı?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA