Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Gülenciler Türkiye'ye de siyasal İslam'a da ayıp ediyorlar

Türk siyasetinde karşı konumda olanların birbirleri hakkında "Vatana ihanet" suçlamasında bulunmaları yalama olmuş bir söylemdir.
Bunun en somut örneğine Özal'ın iktidarda olduğu yıllarda tanık olmuştum.
Ana muhalefetin o dönemdeki lideri rahmetli Erdal İnönü'nün de bulunduğu seçim otobüsünde Trakya'daki bir seçim gezisine katılmıştım. Bir meydanda kürsüye gelen konuşmacılardan biri ayçiçeğine devlet tarafından verilen fiyatın çok düşük olduğunu söyledikten sonra "Bu bir nevi vatana ihanettir, Trakya çiftçisini hedef alan bir soykırım girişimidir" dedi. Bu sırada Erdal İnönü'nün yanındaydım. Ona "Bu söylenenler hakkında ne düşünüyorsunuz" diye sorduğumda filozofça gülmüş ve "Siyasi meydan konuşmalarında söylenenleri saçmalıkların eleğinden geçirdiğinizde geriye çok az şey kalır" diye cevap vermişti.

Vatana ihanet mi?

Bir dini cemaatin devletin yönetimini ele geçirmek için örgütlenmesini ve darbe girişiminde bulunmasını da, şimdi "Vatana ihanet" şeklinde suçlamaya eğilimli pek çok kişinin bulunduğunu görmekteyiz.
Oysa bu bir ihanet değil olsa olsa bir nankörlüktür... Ya da İslam coğrafyasının da Türkiye'nin de gerçeklerinin farkında olmayan, sapkın ve cahilce bir düşünce tarzının yansımasıdır.
Demokrasi ve çoğulculuk İslam coğrafyasındaki çoğu ülkenin aşina olmadığı siyasal hayat tarzıdır. Özellikle Ortadoğu'da petrol gelirleri ile despotik veya teokratik rejimlerin fonlandığını da hepimiz görmekteyiz.
Muhalif partilere hayat hakkı tanınmayan ve devletin ve toplumun dini İslam olduğu halde "Siyasal İslam"ı siyasetin dışında tutan bu ülkelerde, muhalif akımlar genellikle din eksenli olarak kendilerini cemaatler, medreseler benzeri zeminlerde ve yer altına inerek oluşturur.

Yer altına inerler

Bunlar, yönetimdeki Müslümanların ya İslam'a ihanet ettiklerini ya da emperyalizmin ve siyonizmin kuklaları olduklarını iddia ederler. Mesela bu İran'da da, Mısır'da da böyle olmadı mı? "Taliban"ın kaynağında İngiliz sömürgesi olan Hindistan'ın medreselerindeki talebeler yok muydu? "El Kaide"nin kurucu eylemcileri Suudi kökenli değiller mi?
Çoğulcu demokrasiyi seçen Türkiye bu tablonun dışına çıkmayı başardı. Siyasal İslam'ın temsilcileri önce kitle partileri içinde, sonra da kendi partilerini kurarak, demokratik katılım süreci içine girdiler. Bunlara en somut örnek "Milli Görüş" ve türevlerinden verilebilir.

Demokratik katılım süreci

Demokratik katılım Siyasal İslam'a da sağlık getirdi. Dünya gerçekleri, halkın beklentileri ve yönetimin gerekleri hakkında bilgi sahibi oldular, kendilerini yenilediler, geliştirdiler. Demokratik laikliğin, inançların da güvencesi olduğunu anladılar.
Gülenciler ise, sanki Şah İran'ında veya Mübarek Mısır'ındaymış gibi, cemaat yapısını siyasal bir örgütlenmeye dönüştürerek ve iktidardan pay isteyerek, bu cemaati Türkiye demokrasisine yabancılaştırmıştır.
Bu açıdan bakıldığında cemaat görüntüsü altında şeffaf olmayan bir siyasal örgütlenmeyi simgeleyen Gülen Hareketi, hem demokrasiye hem de meşruiyet içinde kendilerini ifade eden Siyasal İslam'ın mensuplarına karşı, en azından ayıp etmektedir. Bu hem nankörlüktür hem de İslam coğrafyasının da, Türkiye'nin de gerçeklerinin farkında olmayan, sapkın ve cahilce bir düşünce tarzının yansımasıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA