Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Nobel, Mahfuz ve Pamuk üzerine

Mısır en çok gezdiğim ülkelerden biridir: Tam dört kez gitmişim. Bir keresinde organize bir turla Kahire'den Nil boyunca Abu Simbel'e kadar indiğimi, bir kez de Kahire Festivali dolayısıyla bu ölümsüz kentte tam bir hafta geçirdiğimi hatırlıyorum. Bu sonuncusu, Necip Mahfuz'un 1988'de Nobel alarak bu değerli ödülü Arap alemine ilk kez armağan etmesinden bir yıl sonraydı. Ve ben Mahfuz'u Kahire'de müdavimi olduğu kahvede, dostları arasında bulmuş ve dil engelini (yardımcı olan sinemacı bir dost sayesinde) aşarak, bir söyleşi yapmıştım. Gazetem Cumhuriyet'te geniş biçimde yayımlanan. Mahfuz, Kahire'yle ve sokakla ne denli bütünleşmişti. O sıralarda köktendincilerin tehditlerine uğrasa ve liderlerinden biri, onun hakkında bir 'ölüm fetvası' verse de, sokaktan hiç vazgeçmemişti. 1994'te evinin önünde bıçaklanmasına rağmen. Bir kentle böylesine bütünleşmiş yazar azdır. Ve sonra, sevgili kentinin kollarında ölmüştü. 2006 yılında ve tam 95 yaşında. Ülkesi onu hep gururla hatırlayacak, Kahire ise matemini hep tutacaktır. Tüm bunları bana hatırlatan, son günlerde birçok yazarın Tunus ve sonra Mısır'da patlayan olayları yorumlarken bizi, bizim yönetim biçimimizi ve toplumun ulaştığı düzeyi öven yazıları oldu. Özellikle de Ertuğrul Özkök'ün iki yazısı. Aslında ona/onlara katılmıyor değilim. Biz o ülkelerin boğuştuğu birçok sorunu çoktan aştık. Dine dayalı bir imparatorluktan gelip laik bir Cumhuriyet kurduk, sonra demokrasiyi seçtik ve yarım yüzyılı aşkın zamandır düşe kalka da olsa uyguluyoruz. Hiçbir şeyimiz, o ülkelerin daha geri koşullarıyla kıyaslanamaz. Ama lütfen, o kadar da övünmeyelim, kendimizi o kadar da sütten çıkmış ak kaşık sanmayalım! Sadece sözünü ettiğim Nobel olayı çerçevesinde ele alsak bile. Doğrudur, onların Nobelli sanatçısı tehditlere uğradı, hatta bıçaklandı. Peki ama, bizler Orhan Pamuk'u bir sırça sarayda mı ağırladık? O da az mı ölüm tehditleri aldı? Keyfi için mi Avrupalara, Amerikalara gidip yaşadı, sevgili İstanbul'unu yabancı eller uğruna kendi isteğiyle mi terk etti? Biz de gerçek fikir özgürlüğüne, çağdaş bir hoşgörüye ulaşabilmiş olsaydık, fikirleri kabul edilebilir ve edilemez diye ikiye ayırmasaydık, diyalog ve empati gibi yabancı sözcüklere gerçek birer Türkçe karşılık bulabilseydik. Sevgili Pamuk bugün hâlâ İstanbul'da oturup bu kenti yeni romanlarına konu etmez miydi? Ve o ünlü Masumiyet Müzesi, Galata'nın orta yerinde çoktan açılmış olmaz mıydı?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA