Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Sönük bir Altın Portakal

Sel felaketinin gölgesinde gerçekleştirilen 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali sönük geçti. Organizasyon sorunları ve aksaklıklar bu yıl da vardı. Filmler, birkaçı hariç, vasattı

48. Antalya Festivali'nden geriye ağzımızda buruk bir tad kalacak. Bunca yıl sonra artık mükemmele yakın bir şenlik düzenleme fikri yine gerçekleşmedi. Vuslat kaldı yine başka bahara... Öte yandan, festivalin hem Antalya sokaklarına hem de ilk kez civardaki Isparta ve Burdur'a uzanması çok iyi uygulamalar. Gerçi doğa felaketi düzeyindeki yağmur ve fırtına yüzünden tüm açıkhava etkinlikleri aksadı.
Ama tüm bunlar, genel gidişteki aksaklıkları örtemiyor. Dost acı söyler, ben de söyleyeceğim! Küçücük basılmış broşürdeki film programlarını ve etkinlikleri okumak özel bir marifet gerektiriyor. Ulaşım yine sorunlu: Hele o Nuh tufanı gibi yağmur günlerinde... Gencecik insanlar ellerinden geleni yapmak için koşuşturuyor, ama hem deneyimsizlikleri hem de genel enformasyon eksikliği onları köstekliyor. Örneğin Jane Birkin'in, ulusal ve uluslararası jürilerin basın toplantıları hiçbir yerde, hiçbir biçimde duyrulmadı, ben gidemedim. Benim gibi başkaları da. Aynı biçimde, programa geç alınan Kıbrıs filmi veya Geç Gelen Ödüller paneli de iyi duyurulamadı. Programı alabildiğine zenginleştirmek, birsürü etkinlik katmak yetmiyor. Önemli olan, bunları duyurmak...
Yine kalabalık halde gelen eski Yeşilçam sanatçıları ilk gün kortej yapılamayınca öksüz gibi oldular. Neyse ki havanın düzelmesiyle kortej hayata geçebildi. Onları sadece kortej için çağırmak yerine en azından bir bölümünü veya sırayla her yıl birkaçını, seyirciyle daha ciddi biçimde panel, anılar söyleşisi veya sinema dersi kapsamında buluşturmak daha iyi olmaz mı?

SELDA ALKOR'A YAPILAN BÜYÜK SAYGISIZLIK
Ayrıca değerli sanatçı Selda Alkor'a yapılan saygısızlığa tanık oldum: Her zaman oturduğu yere jüri geçecek ve jürinin hemen yanı başında oturulmaz gerekçeleriyle oturtulmadı, o da çıkıp gitti.
O görevli gençlere en azından starlara nasıl davranılacağı öğretilemez mi?
Genç bir eleştirmen arkadaşımızın, hadi adını vereyim, Alper Turgut'un geçenlerde, içerdiği birkaç kaba sözcük nedeniyle bizim camiada bir mini fırtına yaratan sözleri gerçek oldu. Antalya 2011 filmleri tam anlamıyla karaya oturdu. Oysa geçen yıl bu zamanlarda, aralarında Çoğunluk, Kavşak, Press, Gölgeler ve Suretler, Gişe Memuru gibileri bulunan parlak bir genç sinema keşfetmekle meşgulduk. Nispeten iyileri vardı elbette. Benim görebildiklerimden Raşit Çelikezer imzalı Can belki en iyisiydi. Koşut biçimde anlatılmış ve aralarında yedi yıllık bir zaman olan iki hikaye, bir anneyle üvey oğlunu ayıran ve birleştiren ögeleri sık sık melodrama kayar gibi olsa da sonunda gayet iyi toparlanıyordu. Oyuncuları Serdar Orçin ve Selen Uçer yarışmanın bence en iyisiydi.
Serdar Akar'ın beklenen Behzat Ç: Seni Kalbime Gömdüm'ü yönetmenden beklenen rahat anlatımı yanında sanki sırf dizinin tutkunları içindi ve ötekilerin pek filme katılma şansı yoktu. Hasan Tolga Pulat'ın Güzel Günler Göreceğiz'i beş kahramanlı karmaşık öyküsünü genelde bir klişeler yumağı halinde sunuyor ve ancak birkaç sahnesiyle etkili oluyordu. Bu filmden de en çok Nesrin Cavadzade ve Feride Çetin'in oyunculukları hatırlanabilirdi.
Son dakikada izlediğim Ümit Ünal filmi Nar'ı da hayli beğendim. Onun hafiften deneysel nitelikte, oda müziğine denk düşen oda filmi tadında, mütevazı görünümü ardında zengin ve yoğun filmlerinden biri; kapalı mekanda geçen dört kişilik bir oyunculuk gösterisi: Serra Yılmaz, İrem Altuğ, Ekrem Akakçe ve İdil Fırat'ın dört dörtlük oyunlarıyla.
Daha önce izlediğim Lüks Otel, bende genelde iyi anılar bırakmıştı. Modern bir dil arayan ve absürdle flört eden bu filmi de 'yangında kurtarılacaklar' listesine alalım... Ama ya gerisi? Hicaz, Öngörüye Ağıt veya Canavarlar Sofrası gibi sözde deneysel zırvalıkların Altın Portakal'da işi ne? Sinemaya hangi denetimsiz bakış, bu öğrenci (kendini dahi sanan öğrenci!) filmi müsveddelerini yarışmaya dek taşıdı?

HER KADINA BİR KARANFİL!
Bu yıl iki önemli özel bölüm vardı.
Festivali onlar kurtardı dense yeridir! Ana temalardan biri olarak seçilen 'Ve Kadın Dünyaya Dokundu', toplumsal olaylara cuk oturan harika bir fikir oldu ve şenlikte her yerde, her olayda kadınların yer almasına yol açtı. 5 TL olan bilet fiyatı, kadınlar için 1 TL olmuştu ve çıkışta her kadına birer karanfıl veriliyordu. Yaşasın kadınlarımız, yaşasın festivalin feminist hamlesi!
1979 ve 80 yıllarının iptal edilen festivallerini anma ve ödüllendirme olayı da müthiş sevildi. 'Geç Gelen Ödüller' paneli ilgi çekti. Ödül töreni ise suikaste uğradı: Ahu Tuğba'nın akıl almaz, tek kişilik lüzumsuz gösterisi, ödül alıp verenlerin bitmeyen konuşmaları ve de Ali-Aysun Kocatepe ve orkestrasının, ne kadar düzeyli olsa da 20 parçayı bulan konserinin her şeyi örtbas etmesiyle. Aslında 12 Eylül'ün öncesi ve sonrasıyla yarattığı o karanlık dönemi anıp günah çıkarmaya ve o güzel filmleri izleyerek bellek tazelemeye ne ihtiyacımız varmış!
Bu bölümü düşünüp öneren Deniz Yayın'a sonsuz teşekkürler... Bu tür toplumsal belleğimizi tazeleme çabalarının sürmesi umulur.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA