Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Krizin işdüşümleri

Türkiye, iç siyasette yaşadığı gelişmelerle dünyanın gündeminde yer almayı sürdürüyor. Kendisine "Hizmet" adını yakıştıran ve "sosyal dayanışma ağı" olduğunu söyleyen bir inanç hareketinin, bu siyasi kavgaya arkasına dış güçleri de alarak tüm olanaklarıyla girmiş olması, onu siyasal bir hareket yaptı. Bundan sonra bir sosyal yardımlaşma ve inanç hareketi olduğuna toplumu ve uluslararası kamuoyunu inandırması çok zor olacak.
Yaratılacak gerilimin, ilk aşamada ekonomide olumsuz etkiler yapacağı hesaplanmış. İlk etkisi de, hükümetin büyük gayret ederek soğutmaya çalıştığı ve "yumuşak iniş" gerçekleştirmeyi hedeflediği kur ve enflasyonda görüldü. Gene de, hükümetin devasa bir ekonomik kriz sonucu düşmesini bekleyenler varsa, derin bir gaflette oldukları söylenebilir. Türkiye'nin bütçesi, borç ödeme yeteneği, büyüme ve üretim kapasitesi böylesi bir krizin olmayacağını gösteriyor.
Gerilimin amacı hükümeti, AK Parti'yi bölerek düşürme taktiği olabilir. Meclis'te bundan medet umacak kadar siyasi öngörüden yoksun bir kesim bulunsa bile, bu tam anlamıyla geri tepecek bir silahtır. Geçmişte DYP bölünerek Refahyol hükümeti düşürüldü, AK Parti'ye 11 yıldır güçlenerek süren bir iktidar yolu açıldı. 1957 seçimlerinde yüzde 47 oy alan Menderes darbe ile devrildi, 1965 seçimlerinde, Kırat'ı amblem yapan Adalet Partisi yüzde 52 oy ile iktidar oldu. Bu toplumun sağduyusunu anlamayan, onun demokratik tercihlerine karşı çıkmayı adet haline getirmiş olanların dahi artık bu gerçeğin farkında olduklarını sanıyorum.
Gerilime ve gelişmelere AB tarafından son derece temkinli açıklamalar yapıldı, soruşturmaların şeffaflık ve tarafsızlık ilkeleri çerçevesinde yürütülmesi temenni edildi. Soruşturmaların adilane biçimde yürütülmesini Türkiye'de istemeyen kesim zaten yok. Ancak Başbakan Erdoğan'a karşı yargı da kullanılarak düzenlenen bir komployu, AB siyasetçilerinin kendi kamuoylarına izah edebilmesi de hiç kolay değil. Ilımlı olmayan neredeyse tüm bildiriler, Almanya veya Avusturya kökenli siyasetçilerden geldi. AB ülkelerinde hiçbir yolsuzluğa tevessül edilmemiş, Federal Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff bu yüzden istifa etmemiş gibi, Türkiye'de oluşan gerilimi "Türkiye'nin AB'de yeri olmadığı" biçiminde yorumladılar.
Yaratılan gerilimin dış medyaya yansımasında, üç önemli kategori oluşturmak mümkün: Birincisi, The Economist'in başını çektiği, "Türkiye'nin aslında otoriter ve Arap dünyasına benzeyen bir ülke" olduğu tezini savunan açıklamalardan oluşuyor. The Economist, George W. Bush dönemindeki Irak işgalini sonuna dek savunan bir medya organı olarak, siyasi konularda ciddi manipülasyonlara daima açık olma çizgisini sürdürüyor. İkinci kategori, La Stampa ve Le Figaro başta olmak üzere, şüpheci yaklaşımları barındırıyor. "Acaba Türkiye'nin istikrar oluşturma kapasitesini fazla mı önemsedik" türünde bir analizle yaklaşıyorlar. Üçüncü kategori, çok daha nesnel ve ılımlı biçimde, Türkiye'de olanların her AB ülkesinde gerçekleşebileceğini, sadece bu yüzden Türkiye'yi mahkûm etmemek gerektiğini söyleyen yaklaşımlar, ancak bunlar azınlıkta... İki önemli saptamayla bitirelim: İlki, bu gerilimin dış basında bu denli abartılarak yansıması, bu alanda dış desteğin ne kadar önemli boyutlarda olduğunu gösteriyor... Başbakan'ın da ifade ettiği gibi, iç dinamikten fazla, dış güçler öne çıkıyor. İkinci saptama ise, Türkiye'nin demokrasi, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, hesap verilebilirlik, çoğulculuk konusunda AB uyumu ile ne kadar değerli bir yol haritasına sahip bulunduğunun ve bunun ne kadar önemli olduğunun bu gerilimde iyice ortaya çıkmış olması...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA