Müzik dünyasında çıkan yeni albümler önce bize gelir. Yani köşe yazarlarına, gazetecilere...
İtiraf ediyorum çoğunu dinlemem çünkü fırsatım olmaz. Ayrıca zorla dinleme seanslarından fena halde sıkılırım. Hele albümlerini dinletmek için beni çağırdıklarında kaçaçak delik ararım.
Sebep 1: Beğenmediğimi yüzlerine söyleyemem. Biliyorum ne çok çalıştıklarını; günlerini, gecelerini birbirilerine karıştırdıklarını ama...
Sebep 2: Üzerimde baskı hissederim çünkü albümlerini dinletirken sanatçılar, besteciler, yapımcılar gözümün içine bakarlar. Ben de yere bakmaktan tükenirim.
Sebep 3: Birkaç kere sanatçıyı sevdiğim için gaza gelip şarkıları beğendiğimi sanmışlığım ama sonradan çok pişman olmuşluğum var. Bu kafa karışıklığından kaçarım. Özetle bir albümü beğenirsem dinlerim, beğenmezsem dinlemem. Herkes gibi. Hem benim beğendiğimi başkası beğenecek diye bir zorunluluk mu var?
Bence sanatçılarımız köşe yazarlarına albüm dinletme sevdasından vazgeçseler hem kendilerini hem yazarları kurtaracaklar.
Geçen gün Ferhat Göçer'in albümü geldi.
Üç-dört gün albümle bakıştıktan sonra dinlemeye başladım. Albümün adı 'Seni Sevmeye Aşığım'. Hani şu 14 bin şarkının içinden Ferhat Göçer'in seçtiği nadide 10 şarkının olduğu albüm (Gerçekten 14 bin şarkı dinlediler mi? Offf ne sabır. Ne inat!)
Dinledikçe daha çok sevdim, ısındım. Hatta albümü kendi çapımda terfi ettirip arabama koydum. Tam bir Ferhat Göçer albümü. Yumuşacık, romantik, yağmur gibi, sonbahar gibi, bazen kış gibi, bazen bahar gibi...
Albümde en çok Sadettin Kubilay Aydoğmuş'un 'Oya Gibi'sini ve Bülent Ay ve Reşit Özdamla ve Ercan Kutlu'nun yazdığı 'Mehtabın Rengi' şarkısını sevdim. Ferhat Göçer gibi bir albüm olmuş. Hayranlarına duyurulur.