Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Lokmayı çiğneyerek yutmak

Türkiye tarihinin belli dönemlerinde Batı kulübünü terk etmeyi ciddi ciddi düşünmüştür. Bunların bazıları açık 'rest'ler halinde sunulmuştur Batı'ya, bazıları da gizli ittifaklar şeklinde olmuştur.
Demirel'in 1960'lı yıllarda yani Soğuk Savaşın en şiddetli bir döneminde üç büyük tesisi gidip Ruslara yaptırmasının altındaki nedeni daha yeterince öğrenemedik.
İsmet İnönü, 1960'ların başında 'yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır' diyordu. Ecevit bir dönemde 'duvarın ötesine geçmek'ten söz ediyordu. Batı'dan uzaklaşıp o dönemin ilginç bir kuruluşu olan Bağlantısızlar Blokuna geçebileceğimizi sağa sola duyuruyordu.
İran'a yaptırım konusunda Türkiye ret oyu kullanınca ve bir süredir Orta Doğu'da etkin bir politika izleyince içte ve dışta çeşitli çevreler acaba gene eski hastalık nüksetti ve Türkiye blok mu değiştiriyor diye sormaya başladı.
Önce şunu kabul etmek gerekiyor ki, Türkiye'nin son dönemde içine girdiği veya sürüklendiği şu ortam dikkatle kontrol edilmeli ve sürdürülmelidir. Aksi takdirde İsrail gibi bir devi OD konusunda, Amerika gibi bir başka devi İran konusunda karşısına alan Türkiye'nin sadece dış politika konularında değil, iç politika dengelerinde de işi zorlaşacaktır. Peki Türkiye eğer Batı blokuyla ilişkilerini koparmak istemiyorsa bu durum ne ifade ediyor?
Gelişen olayların önemli bir bölümü Türkiye'nin 'objektif' diyebileceğimiz niteliklerinden kaynaklanıyor.
Özellikle ekonomik olarak sağladığı başarı, gelişen piyasa (emerging market) olarak sahip olduğu değer, kültürel geçmişi ve değerleriyle barışması Türkiye'de bir özgüven duygusu oluşturmuştur ve o da bunun itkisiyle bir karar alarak bölgesinde etkin bir ülke konumuna gelmeyi seçmiştir. Bunun Batı'dan uzaklaşmakla bir ilgisi yoktur. Olmadığı gibi eğer böyle bir tercih içine girerse Türkiye şu anda sahip olduğu ve kendisini Arap âleminde etkili bir konuma yerleştiren 'çekiciliğini' daha ilk saatte yitirir.
O halde Türkiye'nin bölgede oynadığı rolü, bölge ülkeleriyle kurduğu ilişkiyi açıkça bir köprü olarak görmek ve değerlendirmek gerekiyor. Bu, Türkiye'nin gayet hassas bir konuma sahip olduğu kadar bundan sonrasını da çok hassas bir biçimde sürdürmesi gerektiğini bir kere daha hatırlatıyor.
Hassas derken Türkiye'nin OD'da daima bir siyaset kurucu unsur olan İslam'la ilişkisini işaret ediyorum. Hamas için yapılan açıklamalar, İsrail-Filistin çekişmesinde takınılan tavır, İran'la Batı arasında kurulmak istenen köprü ancak Türkiye'nin İslam'la içli dışlı olan laik ve Batılı bir devlet olduğunu sürekli bir biçimde hatırlaması ve hatırlatması halinde işlevsel olabilir. Bu alanda eğer bugünkü pozisyon terk edilirse işte o zaman Türkiye zorlu bir döneme girer.
İran için kullanılan oy bu anlama gelir mi? Gelmediğini biz biliyoruz ama Türkiye'nin dünyaya da çok iyi anlatması gerekir. Şunu unutmayalım. Uluslararası siyaset bir 'güç' oyunudur.
Bu bölgede öne çıkmak isteyen Türkiye'ye karşı bu iddia öne sürülecek, Türkiye ABD-İsrail çizgisinde bu iddialarla köşeye sıkıştırılmak istenecektir.
Bu açıdan bakılacaktır Türkiye'ye ama bunu aşmak büyük bir sorun değildir. Demokrasi, özgürlük ve laiklik niteliğini güçlendirdikçe Türkiye bu dönemeci alacaktır.
Zor değil mi, zor; ama lokma da çiğnenmeden yutulmuyor. Üstelik ağzımızdaki bir demir leblebi de değil.
Bütün bunlar iç politikayı etkilemez mi diyorsanız onu daha çok konuşacağız.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA