Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

CHP'nin baçını ödemek

İnsanın kendisini tekrar etmesi kadar hazin bir şey olamaz. Tekrar zamanın hiç geçmediği, hiçbir şeyin değişmediği anlamına gelir ki, en sevmediğim şey, daha önce yazdıklarımı yinelemek, onlara atıfta bulunmaktır. Gel gelelim, sorun bende değil, sorun CHP'de ve Süheyl Batum'da. Daha geçen hafta Batum'un CHP için/de ne anlama geldiğini yazmıştım, bu hafta yer gök onun, "anlamını" büsbütün aşikâr hale getiren yeni bir açıklamasıyla inliyor.
Batum, CHP içindeki radikal kanatların temsilcisidir ve daha ılımlı kanatlarla sürekli bir çatışma içindedir. Bu sadece onun tercihi olarak ortaya çıkmış bir durum veya sonuç değil. Batum, kişisel tarihi içinde CHP ile hiç ilintisi olmamış bir insan sıfatıyla o partiye tepeden inerken "eski", yani Baykal döneminde kalmış olan bir CHP'yi devam ettirmek misyonunu üstlendi. Bu yorumu bir yana bırakacak olursak, Batum'un CHP'ye taşınmasını, "monte edilmesini" nesnel bir biçimde anlayabilen, açıklayabilen bir tek kişi var mı? Açıklama şudur: eski CHP, Baykal'ın CHP'si, 28 Şubat'ı destekleyen, onun siyasal örgütü olan bir partiydi ve Batum o CHP'nin kendisini davet ettiğini kabullenerek partiye iltihak etti.
Baykal'ın gidişini iyi okumak gerek. Bu Baykal'ın sürdürdüğü ideolojiden CHP'yi temizlemek anlamına gelmez. Sadece yetersizliği kanıtlanan Baykal'dan kurtulmayı ifade eden bir manevradır yaşananlar. Baykal gidecek ama sürdürdüğü politika CHP'de, daha ılımlı bir yaklaşım içinde, baki kalacaktı. Darbelerle, darbe girişimleriyle iç içe CHP'yi devam ettirmek gibi bir "misyon"u vardı bazı çevrelerin. Batum, Ergenekon çıkışıyla bu arayışı somutlaştırdı, darbe yapamadığı için orduyu eleştirerek bu "edimi" parti içinde gidebileceği en uç noktaya taşıdı
.
Kılıçdaroğlu, partiye yön vermeye çalışan ılımlıların temsilcisi. Tarhan Erdem, Neşe Düzel'e, Taraf'ta, onun partiyi yönetemediğini söylüyor (7.2.2011). Doğru ama kişisel yetersizlikten kaynaklanmıyor bu durum. Öyle bir boyutu olmakla birlikte sorunun düğüm noktasını partiye hükmeden güçler arasında henüz bir dengeye veya uzlaşmaya ulaşılmaması meydana getiriyor. Kılıçdaroğlu'nun yetersizliği bu gerçeğin bir sonucu, uzantısı. Kendi şekillendirmediği bir siyasetin bizzat onun üstünde patlayan baskısı.
Buradan şu çıkıyor: CHP, (1971 sonrası hariç diyeceğim ama sonradan o anlayıştan da vazgeçildi) tarihsel köklerinden, kökenlerinden, kendi siyasal genetiğinden hiçbir zaman kopmamış bir parti. Ve ne yazık ki, 1997 sonrasında, 27 Nisan sonrasında CHP, olabildiğince askere dayalı, asker odaklı bir siyasete bulaştı. 27 Nisan bildirgesini sonuna kadar savundu. Kılıçdaroğlu kısmen bu anlayışı kamufle eden bir manevra ve niyetle parti başına getirildiyse de mütehakkim merkezlerin parti üstündeki hâkimiyeti onun kontrolünü aşacak bir noktada somutlaştığından şimdi o da derin bir atalete sürüklenmiş durumda.
Olacak şey mi? Bir Genel Başkan Yardımcısı bu açıklamaları yapıyor ve o partiden bir grup insan çıkıp tepkisini göstermiyor. Hele ki bu tepkisizliğin neye mal olduğu yakın tarihte neredeyse sayısız örnekle kanıtlanmış iken. Bu şartlar altında CHP'nin sivilliğinden, demokratlığından hatta siyasallığından söz edilebilir mi?
Batum, askeri darbe yapmadığı, daha doğrusu en genel bir biçimde siyasete müdahale etmediği için eleştiriyor. Ama bunun bir adım ötesi var. Türkiye'de 28 Şubat süreci tamamlanmadı. O hareket doğrudan değil, dolaylı müdahaleyi öngörüyordu. Sürekli ve psikolojik bir mücadele temeline oturuyordu. Şimdi, CHP bir yandan sivil direniş çağrısı yaparak, bir yandan askeri siyasete müdahale etmediği için eleştirerek bu sürecin hem devam ettiğini gösteriyor, hem devam etmesini istiyor.
Türkiye'nin CHP'nin baçını ödemek gibi bir yükümlülüğü yok!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA