Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Kaldırımda Marks ve Madrid...

Yeryüzündeki şehirler arasında yaşama alışkanlıklarıyla Madrid'den daha ilginç bir yer bulmak herhalde çok zor. Hayatın sabah saat 10'dan önce başlamaması, bütün çalışanların saat 11 civarında işlerine ara verip bir saat boyunca kahvaltı etmesi, öğle yemeklerinin saat 15, akşam yemeklerinin 22 etrafında yenmesi şaşırtıcı değil mi?
Galiba daha şaşırtıcı olanı 21. yüzyılın getirdiği bütün değişimlere rağmen bu alışkanlıkların hırsla, tutkuyla savunulması. Anlayabiliyorum; bu tavır, tutum hayatı bir 'yerleşiklik duygusu' etrafına örüyor. Bu tarz, hayatın getirdiklerine bir tür direnme mantığı da taşıyor.
İspanyolların ısrarını böyle anlıyorum. Dışarıdan bakınca 21. yüzyılın bütün hayhuyuna direnen bir ülke var karşımda. 21. yüzyıl dediğimiz bütünün nesinden kopuklar diye soran olursa bir cevap veremem. Ama hayatın akışında bir resim, bir dil, bir öykü vardır. Bakınca onu görür insan. Onun içinde konuşuyorum ve bende bu izlenim uyanıyor Madrid kaldırımlarında, barlarında, kafelerinde.
Hiç sevmediğim o 'göstergeler' de beni doğruluyor. Akıl almaz bir işsizlikleri var. Ekonomi 2008 sonrasında Euro krizine bağlı olarak çöktü. Gerçi üç yıl önce gördüğüm sefalet ve tedirginlik duygusu iyi kötü kaybolmuşa benziyor ve gelecek yıl iktisadın % 2-3 büyümesi bekleniyor, ama gene de İspanya zor durumda.
O zaman insan gündelik hayatın aslında çok zevkli, çok renkli bu dokusunun yaşanan krizde hiç mi payı yok diye soruyor kendine. Aynı şey Yunanistan ve mesela Atina için de söylenebilir. Şu veya bu ölçüde İtalya için de.

***

Böyle düşününce aklıma başka bir şey geliyor: Akdeniz!
1970'lerde bu Akdeniz kavramı 'Akdeniz sosyalizmi' tartışmalarıyla gündemdeydi. Fransa'nın da katıldığı bir coğrafyada sosyalizm değişimlerden geçiyor, kendisini SSCB sultasından kurtarıp özgürleştirmenin yolunu arıyordu. Bugün de benzeri bir 'Akdenizlilik' hali var ortada; işte krizlerle, işte sosyalist partilerin iktidar yürüyüşüyle var. Ama bu işin altında bir başka boyut daha görülüyor.
Gençliğimizde Marksist klasikleri, şaşırtıcıydı ama İngilizcede bulamazdık. Bazı yazarların yapıtlarını 1920'lerin çevirilerinden okudum. Hâlâ duruyor o kitaplar. O vakitler bize o birikimin Fransızca, İspanyolca ve İtalyancada olduğu söylenirdi. Türkçesi, sosyalist/ Marksist gelenek, bütün o iç savaşlarla birlikte bu 'kıyının' gerçeğiydi, Akdeniz'in yani.
Belki çok farklı koşullarda tezahür ediyor ama öyle, sosyalizm, uzun aradan sonra, heybesinde başarı veya başarısızlık, gelip yeniden bu ülkelerin kapısını çaldı. Yunanistan'da Syriza, İspanya'da da Podemos ile!
Çok belli, Podemos, iktidar olur veya olmaz, bugünkü siyasal yapıyı darmadağınık edecek. 'Düzen' dehşet içinde izliyor durumu ve ne kadar yanlış bir yerinden bakıyor işe. 'Bunlar' gelirse düzen bozulurmuş, sanki ortada bir düzen varmış gibi ve sanki 'bunlar' o düzen alt üst olduğu için gelmiyorlar gibi.
Bu işlerin tartışıldığı çok güzel bir yemekte bir yandan bu korkulara kulak verdim bir yandan da bütün bunların bende başka ve çok irkiltici bir sual ürettiğini fark ettim: bu sosyalist hamle ne için gerçekleşiyordu, 21. yüzyıla direnmek için mi, onunla bütünleşmek için mi?
Yemek bitti, sokağa çıktım. Marks'ın meşhur lafının aklıma tak diye Madrid kaldırımında bir sosyalist partinin iktidar arayışı içindeyken geleceğini bin sene yaşasam düşünmezdim: 'Avrupa'nın üstünde bir hayalet dolaşıyor, sosyalizm hayaleti.' Tarih, dedim, tekerrür mü ediyor, 1848'den sonra ve gene Marks'ı düşündüm, aslında her şey onun öteki meşhur lafında saklıydı: 'Tarih tekerrür eder, birincisinde trajedi, ikincisinde sulu komedi (fars) olarak.'
Hava soğuktu ama ben bu lafın dehşetiyle ürperdim, gece saat birde Madrid sokaklarda çağlayan gibi akarken...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA