Avcı, "av olursa" düzen bozulur!.. Gazeteciler, halkın, "haber alma hakkı" adına olayları izler, önemli kişilerle görüşür, gizli belgelere ulaşır, haber yapar.
Bu, böyle işliyor.
Acaba gizli belgelere ulaşmayan gazeteci var mı? Gizli belgelere ulaşmak, şüpheli, zanlı ile görüşmek suçsa, itiraf etmeliyim ki, biz gazeteciler, hepimiz suçluyuz!..
Dün, bütün suçlular (!) Taksim Meydanı'ndaydı. Farklı afişler taşınsa da, farklı sloganlar atılsa da, tek bir ağızdan, "özgürlük" istendi.
***
Türkiye'nin demokrasi yolunda önemli adımlar atmasını bekliyoruz. Ama insanlığa yakışmayan uygulamalarla karşılaşıyoruz.
Gazeteciler, kendi haklarını savunmaktan yoksundur. Kendi dertlerini, sorunlarını anlatmayı etik bulmazlar. Onun için
üç kuruşa çalışır oldular.
Sendikal hakları yoktur. Halkı, örgütlenme konusunda bilinçlendirmeye çalışırken, kendi geleceklerinin ne olacağını göremezler.
Onların geleceği,
"iki dudak" arasındadır.
***
Bir şeyler ters gidiyor...
Öyle olmasa, dün Taksim'de binlerce gazeteci yürümezdi.
Çekişme halindeki gazeteciler bile bıçak kemiğe dayandığı için buluştu. Bir sabah evine girilip örnek belge ve doküman bulunmayacak kaç gazeteci var?
Gazeteciyi yargılanmak korkutmaz. Onu korkutan belirsizlik ve bu belirsizliğe derman olacak bir çabayı gösterememektir.
Bakın, yavaş işleyen bu belirsiz süreçten
Başbakan Erdoğan bile şikâyetçi, hızla bitirilmesini temenni ediyor.
***
Gazeteciye halk sahip çıkar.
Düşünen gazeteci böylesine sıkıntılar yaşarken, halkımız neyi düşünüyor?
TV'den izlediğimiz halk, bizleri kara kara düşündürüyor. "Devrik Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek'i şarkıcı, Türkiye'nin bulunduğu yeri Türkiye kıtası" diye tarif eden insanlarımız, merak ediyorum,
Ahmet Şık ve
Nedim Şener'i tanır mı?
Zaman, herkesin şapkasını önüne koyup düşünme zamanı...
"Nereye gidiyoruz?" diye.