Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Mayolu şehzadeler imparatorluğu

Muhteşem Yüzyıl tartışmasının yersiz olduğunu kim söyleyebilir?
Böylelikle Osmanlı'ya dönük ilgi yeniden canlandı.
O tartışmaya eklenen 'ecdat' kavramı, hepimizi yeniden geçmişimiz üstünde düşünmeye itiyor. Gerçi her zamanki gibi ya bir kutupta kalıyoruz ya ötekinde ama o bile önemli; ortada bir yerde durup, sakin kafayla düşünmenin önemini anlıyoruz.
Gerçekten de biz geçmişimizi, ama hangi geçmiş olursa olsun bu, köhnemiş bir milliyetçiliğin ışığı altında ve zaman zaman etnik ırkçılığa dayanan bir dürtüyle, sonsuzca yücelterek tanımlıyoruz. Bunu toplumun tamamı yapmıyor. Yapmaz da.
Toplum parçalı bir yapıdır. Ve her şeye rağmen nesneldir. Belli ve çok güdümlendiği dönemler dışında (mesela Nazi Almanyası) daima ortalamayı arar ve tutturur. Belirttiğim türden mutlaklaştırmalar daima kanatların, kesimlerin, kampların marifetidir. İşte Kemalistlere göre o dönemden daha iyisi yoktur. Daha ırkçı bir tutum içinde bulunanlar Orta Asya'ya kadar geri götürdükleri Türklüğü yücelttikçe yüceltirler. Muhafazakarlar için de Osmanlı mükemmeldir.

OSMANLI'NIN HER DÖNEMİ AYNI DEĞİL
Oysa her dönem kendi içinde iyidir ve kötüdür. Osmanlı çok büyük bir medeniyet yarattı. Belki teknolojiye dayalı bir uygarlık üretmedi, belli bir tarihten sonra ama, yıkıldığı güne kadar kültürel ve yönetsel olarak gerçekten muhteşem bir yapıya sahip oldu.
Öte yandan bugün düşünüldüğünde insanın tüylerini ürperten gerçekleri de vardı Osmanlının. Kardeş ve evlat katline ferman çıkarıyordu Osmanlı padişahları. Fakat bu türden yasaların bile kendi içinde doğrulukları vardır ve bugünün mantığı o günü yargılamaya cevaz vermez. O kadar vermez ki, Osmanlı sonuna doğru yaklaşırken tepeden tırnağa değişmişti. O dönemlerde ne evlat katlediyordu ne de kardeş. Benim bildiğim 17. yüzyıl başından itibaren 250 yıl kadar devam eden bu gelenek sona ermişti.
Bu çok önemli bir gösterge, Osmanlı'nın mutlak bir muhakemeyle kavranamayacağını da, yargılanamayacağını da göstermesi bakımından. Osmanlı, sadece Muhteşem Yüzyıl'ın, 16. yüzyılın imparatorluğu değildi.
19. ve 20. yüzyılın da Osmanlıları var.
Ve onlar dedelerinden çok farklıydılar.

ASR-I SAADET ÖZLEMİ
Halbuki bu gerçek o 'şedit' Osmanlı müdafileri tarafından kabul edilmiyor. O çevrelerin sözcüsü sayılabilecek bir muhterem zat, kendi başındaki festen olacak, Osmanlıların asla baş açık dolaşmadıklarını söylüyor televizyon ekranlarında. Doğrudur ama belli bir dönem için doğrudur. Şehzade Abdülmecit Efendi hazretleri de başı açık fotoğraf çektirmedi mi? Tekrar ediyorum, zamanla kayıtlı olarak bu söylenen doğrudur ama çağ sarayı da, adabını da değiştiriyordu.
Daha önce bu gazetede yazdığım gibi aynı şehzadenin yaptığı resimlerde (ki bana göre Osmanlı modernleşmesinin en önemli ressamıdır, kültürel göstergeler bakımından) haremin içi ortaya koyulmuştur.
O haremin herhangi bir Batı saray içinden farkı var mıdır? Goethe'nin, Beethoven'in, Lizst'in girdiği saraydan söz ediyoruz. Abdülmecid Efendi'nin kendisi mayoyla denize girip fotoğraf çektiriyordu.
Kısacası, saray değişmiş, usul değişmiş, tarz değişmişti. Bu belki 1830'lar sonrasındaki kadar keskin olmasa bile bütün çağlar bakımından geçerliydi. Bir imparatorluğun onca uzun süre ayakta kalmasının başka yolu da yoktu. Şimdi bunu reddederek sadece muhayyel bir Osmanlı'ya kapılıp gitmek ancak 'asr-ı saadet' özlemiyle açıklanabilir. Bizatihi bu durumun kendisi tarih dışı (ahistorical) bir anlayıştır ve zamanla uyumsuzdur (ankakronistiktir). Tarihin kendisi olmaktan çıkarılıp masallaştırılmasıdır, kurguya dönüştürülmesidir.
Gerçekle olan ilintisinin koparılmasıdır.
Bize masal anlatıldı tarih diye şikayet edenlerin de yeni masallar anlatmaması gerekir.
Yaşasaydılar bu hale en çok ecdadımız karşı çıkardı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA