Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Testosteron freni

Sözlerini şöyle çevirebileceğimiz, bir ara çok çalınan bir şarkı vardı:
"Herkese yetecek aşk yok; sempati verelim."
Aşk gerçekten kıt ama, lafı insana ööö dedirtecek kadar bol. Romanlarda, filmlerde, ekranlarda, radyolarda, her yerde en çok geçen sözcük. Aslında o şarkı bile pek gerçekçi değil: herkese yetecek sempati de yok ortalıkta.
Ne var?
Tersi: öfke, kin, nefret salgını.
Bu zehir beklentiler ve çağrılarla temizlenmez. Talep ederek kimseden sevgi koparamazsınız. Çünkü, içinde yoksa, karşınızdaki istese de veremez onu. İradeyle üretilemeyecek bir duygudur.
Ama özen gösterilerek üretilebilecek bir sosyal nimet vardır: saygı. Layık olunduktan sonra herkesten talep edilebilir o.
Yaygınlaşmasıyla oluşacak ortamda hoş bir sürprizin belirmesi de mümkündür: birbirine sempati duyan insanlar çoğalabilir.
Bakarsınız zamanla aşk da artmış!

***
Bizim toplumumuzda o yönde atılması gereken ilk adım kadına saygının sağlanması.
Hayır, romantik bir iyimserlik içinde değilim. Kadınlar cins-i latiftir, cicidir, müşfiktir, onlar ağır bassa toplum gül bahçesi olur demiyorum. İçlerinde kimilerinin hınzırlık ve şirretlikte erkekleri sollayabildiklerinin farkındayım.
Ama onlar da bugünkü toplumun ürünü. Neden değil sonuç, tavuk değil yumurta durumundalar.
Uygarlaşma potansiyeli açısından kadınların somut üstünlüğü testosteron salgılamamaları. Bünyelerinde şiddet yakıtı yok.
Bakın, gözlem yaparak ve bilerek konuşuyorum. Benim hep oğullarım oldu. Çocuk deyince küçük haytalar gelirdi gözümün önüne. Sonunda biri kız ikizler doğunca kıyaslama yapma fırsatını yakaladım ve evim pedagoji laboratuvarına dönüştü.
Aynı genlere sahip, aynı ortamda, aynı kişilerce yetiştirilen iki canlı. Birinin en büyük merakı savaş, dövüş, itiş kakış. Ötekininki dans, şarkı, öpücük.
Sevginin yanı sıra saygı da gördüğü için, ileride oğullarını ve kızlarını ona göre yetiştireceğine, topluma uygarca katkılar sağlayacağına eminim.
***
İnsanın kişisel gözlemlerinin bilim tarafından doğrulanması yüreklendirici oluyor. Dün İngiltere'den gelen habere göre, uzmanların yaptığı bir araştırma şu sonucu vermiş:
Kız çocuk içeren evlerde gerginlik azalıyor, uyum artıyor. Yalnız onun başkalarıyla ilişkilerinde değil, ailenin öteki bireylerinin kendi aralarında da mutluluk gelişiyor.
Şimdi belki gülüp soracaksınız:
"Ne yapalım yani? Kız çocuğumuz yoksa edinmeye mi bakalım?"
Hayır ama kız çocuğu konusunu nasıl algıladığınızı gözden geçirin lütfen.
Kentlilerimizden çoğunun ağzında "köylü" sözcüğü küçümseme deyimidir. Oysa aynı kişilerin bir bölümü tipik köylü yaklaşımlarından en köklüsünü benimser, doğacak çocuğun oğlan olmasını ister, tersi çıkarsa -belli etmemeye çalışarak- hayal kırıklığı yaşarlar. Akılsızlığın dik âlâsıdır.
Kapanmasını istediğim bir konuyu tazelemeye hiç niyetim yok. Ama eğitimli kişiler arasında bile sürüp giden bir anlayış çarpıklığının belirtisi:
"Analarını satarlar" cümlesi erkeklere hakaret sayıldı, kıyamet kopardı. Peki, içeriğinin analar bakımından anlamı nedir? Ana satacak kişi olmak oğul için küçük düşürücü durum da, satılabilir nesne yerine konulmak onu doğurmuş insan için korkunç bir aşağılama değil mi?
O cümlenin kullanılışının bilinçli bir karar sonucu olmadığını biliyorum tabii. "Sözün gelişi". Ama fecaat o zaten. Söz nereden geliyor? Dilimizdeki ve kafamızdaki alışıklıklardan.
Onları aşıp saygı kavramını zihnimizin gerekli kavşaklarına yerleştiremezsek birbirimizi yememiz sürüp gider; en büyük zararı biz erkekler kendimize vermiş oluruz.
Analarımız ağlar.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA