Abdülbaki'yi Tebrizi kimdir?

Nisbesinden de anlaşılacağı üzere Tebrizlidir. Doğum tarihi belli değildir. Öğrenim hayatının ilk dönemi Tebriz'de geçti. Dinî ilimlerle beraber felsefe ve matematik tahsil ettiği gibi hatla da meşgul oldu. Sülüs ve nesihte ilk hocası Alâ-yi Tebrîzî'dir. Daha sonra tahsilini ilerletmek için Bağdat'a gitti. Tasavvufa meyli olduğundan Bağdat Mevlevîhânesi'nde Mustafa Dede'ye bağlandı. Ondan sülüs ve nesih yazılarını meşkederek çok iyi bir hattat oldu; aynı zamanda tasavvufa da intisap ettiği için Sûfî lakabıyla anıldı. Kaynaklarda Dede Mustafa ismiyle anılan hocası hakkında bilgi yoktur. Dede Mustafa'nın, Osmanlı hat ekolünün kurucusu Şeyh Hamdullah Efendi'nin 1538'de vefat eden oğlu Mustafa Dede ile aynı kişi olması da mümkün değildir. Ancak Abdülbâkī'nin eserlerinde Türk hat üslûbu hâkim olduğuna göre, hocasının Türk olması kuvvetle muhtemeldir. Bağdat'a yerleşen hattat, orada çeşitli ilimlerde kendini çok iyi yetiştirdi. Ancak hattaki kudreti hepsinin üstünde olduğundan, daha çok hattat olarak tanınmıştır. Tezkire-i Nasrâbâdî müellifi Muhammed Tâhir, bu bilgileri verdikten sonra kendisinin de bu büyük üstattan meşkettiğini, fakat kabiliyeti olmadığı için ilerleyemediğini söyler.

Ahmed-i Râzî ve M. Ali Terbiyet, Tebrîzî'nin Hân-ı Hânân olarak tanınan Abdülemin Han'ın daveti üzerine Hindistan'a gittiğini ve 1596'ya kadar onun hizmetinde kaldığını belirtirler. Abdülalî Kâreng ise bu seyahatin Bağdat'tan önce gerçekleştiğini ve onun sanat hayatının XI. (XVII.) yüzyıldaki ilk on yılını Tebriz'de, ikinci on yılını Hindistan'da, üçüncü on yıllık devresini de Bağdat'ta geçirdiğini kaydeder. Abdülbâkī'nin sanattaki şöhreti yayılınca, I. Şah Abbas o sıralarda İsfahan'da yaptırmakta olduğu Mescid-i Şâh'ın tezyinî hatlarını yazması için onu davet etti. Hattat bu daveti kabul etmedi; fakat Bağdat'ın bir müddet sonra Şah Abbas tarafından ele geçirilmesi üzerine (1033/1623) İsfahan'a götürüldü. Sanatkâr burada Mescid-i Şâh'ın kuzey eyvanı ile kubbe yazılarını yazdı. Bugün de mevcut olan bu yazılar 1035 ve 1036 tarihlerini taşımaktadır.

Abdülbâkī-yi Tebrîzî, Şah Abbas'tan bir yıl sonra öldüğüne göre, muhtemelen İsfahan'da 1039 (1629-30) yılında vefat etmiştir. Kaynaklarda çok iyi bir hattat olması yanında fazilet ve hikmet sahibi bir âlim, şair, iyi huylu ve merhametli bir sûfî olarak tanıtılmaktadır. Bâkī mahlasını kullanarak yazdığı Farsça şiirleri bu alandaki kudretini göstermeye yeterlidir. Çeşitli tezkirelerde örnekleri bulunan şiirleri bir divan halinde toplanmamıştır. Kendisine izâfe edilen bazı eserler varsa da bu eserlerin ona ait olduğu şüphelidir. Hz. Ali'nin Nehcü'l-belâga'sına tasavvufî bir görüşle yazdığı söylenen Minhâcü'l-velâye adlı şerh bunlardan biridir. Ayrıca, Riyâzü'l-ulemâʾda belirtildiğine göre, tasavvufî açıklamalarla yapılmış bir Kur'an tefsiri ile Şerhu's-Sahîfeti'l-kâmile adlı bir başka eseri daha vardır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA