Baltacıoğlu, Ismayıl Hakkı kimdir ?

28 Şubat 1886'da İstanbul Cihangir'de doğdu. Babası Mucurlu Baltacıoğlu İbrâhim Edhem, annesi Düzceli Hamdûne Hanım'dır. İlk öğrenimine Cihangir Sirkeci Mescidi içindeki mahalle mektebinde başladı; Kabataş'taki Şemsülmekâtib ile Firuzağa'daki Meşrik-ı Füyüzât adlı özel okullarda ve Kışlaarkası İlkmektebi'nde devam etti. Orta öğrenimini Fevziye Rüşdiyesi'nde yaptı. 1899'da girdiği Vefa İdâdîsi'nden 1903'te mezun oldu. Daha sonra Dârülfünûn-ı Osmânî'nin tabiiye şubesine girdi (1904). Burada özellikle kimya, fizik ve morfoloji derslerine karşı olan büyük ilgisi yanında hocası Kadri Efendi'den de hüsn-i hat dersleri almaya başladı.

Dârülfünun'da öğrenci iken Dîvân-ı Hümâyun kâtipliğine memur olarak girdi. II. Meşrutiyet'in ilânından önce bir süre fahrî hat hocalığı yaptıktan sonra mezuniyetinin ardından Dârülmuallimîn-i İbtidâiyye'ye hat hocası oldu (1908). Okul müdürü Satı Bey'in tavsiyesi ve devrin Maarif Nâzırı Emrullah Efendi'nin onayı ile pedagoji ve el sanatları konularında incelemelerde bulunmak üzere Avrupa'ya gönderildi. Fransa, İngiltere, Belçika, İsviçre ve Almanya'daki öğretim kurumlarında araştırmalar yaptı; bu kurumların özel ve genel öğretim metotlarını inceledi. 1911'de Almanya'dan yurda döndü ve Dârülmuallimîn'deki görevine devam etti.

Baltacıoğlu'nun 1916 yılına kadar çalıştığı Dârülmuallimîn'de Satı Bey'le birlikte uygulamaya koyduğu yeniliklerin temelinde öğrenciyi gerçek hayatın şartlarına göre yetiştirme, buna göre mesleğe, el işlerine ve sanata yönlendirme düşüncesi hâkimdi. Dârülmuallimîn yanında Dârülmuallimât ve bu okul bünyesindeki Ana Muallim Mektebi'nde de dersler verirken bir yandan da fahrî olarak Şemsülmekâtib adlı özel ilkokulda ders nâzırlığı (programcılık ve danışmanlık) görevini üzerine aldı. Ayrıca bu okulda yeni terbiye konusundaki bütün düşünce ve tasarılarını uygulama imkânı buldu. Açık hava okulu, kır gezintileri ve aile müsamereleri gibi modern uygulamalarının ilk denemelerini de bu sırada yaptı. Fakat I. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Dârülmuallimîn'de çalıştığı sırada faaliyetlerinden memnun olmayanların şikâyeti üzerine daha önce Maarif Nezâreti'nce Dârülfünun terbiye müderrisliğine tayin edilmişti (1913); ancak 1916 yılına kadar Dârülmuallimîn'deki çalışmalarını da sürdürdü. Dârülfünun'un ıslahına yönelik çalışmalarda Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu gibi devrin tanınmış şahsiyetleriyle birlikte önemli roller üstlendi. Bu arada Orta Öğretim Genel Müdürlüğü (1918), kısa bir süre Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu genel başkanlığı (1919) gibi maarifin üst kademelerinde idarî görevlerde bulundu.

Ancak çeşitli olumsuz etkilerle idarî görevlerde dilediği gibi çalışma imkânı bulamadığını gören Baltacıoğlu, Dârülfünun müderrisliği dışındaki meşguliyetlerini bırakmak zorunda kaldı. Edebiyat Fakültesi dekanlığına (1921-1924) ve daha sonra Dârülfünun rektörlüğüne seçildi (1924). Bu görevde iken üniversite muhtariyetini sağlayan kanunun çıkarılması ve yürürlüğe konulması, üniversite binasının ilga edilmiş olan Harbiye Nezâreti'ne nakli, müderrislerin yalnız kendi dersleriyle uğraşmalarının sağlanması, üniversitenin merkezî bir kütüphaneye kavuşturulması gibi işleri gerçekleştirdi. 1927'de rektörlükten istifa etti; 1929'da Gazi Terbiye Enstitüsü müdürlüğüne vekâlet etti, fakat hazırladığı "Teşkilât Reformu Lâyihası" Tâlim ve Terbiye Kurulu tarafından kabul edilmeyince ertesi yıl bu görevi de bıraktı. 1933'te çıkarılan üniversite kanunuyla kadro dışı bırakılarak görevine son verildi. Bundan sonra bütün mesaisini kitaplarına ve kendi çıkardığı Yeni Adam dergisine ayırdı.

1941 yılında tekrar üniversiteye dönerek Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne pedagoji profesörü oldu. 1942-1950 yılları arasında iki dönem Afyon ve Kırşehir milletvekilliği yaptı. 1950'den sonra tekrar Yeni Adam ile 1956'da çıkarmaya başlayıp kısa süre devam ettirebildiği Din Yolu dergilerini yayımlamaya başladı. Çeşitli konularda konferanslar vererek yayın ve çalışma hayatını sürdürdü. 1 Nisan 1978'de Ankara'da öldü.

Sosyolojik görüşlerinde E. Durkheim ve Ziya Gökalp'in etkisinde kalmakla beraber sosyal kurumlar (institution sociales) arasında din, dil ve sanata öteki sosyal olgulardan daha çok önem veren Baltacıoğlu'na göre özellikle bu üç olgu cemiyetin geleneğini meydana getirmektedir. Cemiyette en sürekli ve temel gerçek gelenektir, milliyet yalnız onunla tarif edilebilir. Sosyal değişikliklere karşı direnen en güçlü âmil de odur. Din, dil ve sanat yalnız birer kurum olmakla kalmazlar, toplumun diğer bütün kurumlarına "etkileyici güç" (force sociale) olarak da katılırlar. Bu üç kuvvet olmadıkça cemiyet ne var olabilir ne de gelişebilir; bunlar en ilkel toplumlarda bile mutlaka bulunduğu gibi ileri cemiyetlerde de etkileri devam eder. Baltacıoğlu, E. Durkheim'den ayrıldığı noktaları belirtirken yapıcı kuvvet durumundaki din, dil ve sanatın kapalı kurumlar olmadığını, diğer bütün kurumları etkilediğini ve bu etkinin devamlı olduğunu söyler. Ona göre din yalnız inançlarda ve törenlerde yaşayan kapalı bir kurum olmayıp hayatın her alanına sinen son derece yaygın bir güçtür (Pedagojide İhtilâl, s. 27-28).

Eğitimde hür bir anlayışın varlığını kabul etmekle beraber hürriyetin bütün vicdanî ve sosyal bağlardan kurtuluş mânasına alınmasını uygun görmez. Eğitimi mutlak başı boş yahut baskıya dayanan bir idare gibi anlamanın başarısızlıklara yol açacağını söyler; eğitimi aynı zamanda hem disiplin hem de hürriyet fikirlerini toplayan canlı bir hareket şeklinde düşünür. Çocuğun eğitimi ise cemiyet içinde yaşayarak öğrendiğidir. Eğitim fikri bir güç, beceriklilik ve egemenlik fikridir; bunlar ise yalnız cemiyet hayatı yaşayan kişide vardır. Cemiyetin yenileşmesi ve değişmesiyle eğitim de değişmektedir. Eğitimin değişmeyen yönü sadece kanunlardır; eğitimcinin görevi, çocuğun kendi kendine oluşmasına ve gelişmesine imkân sağlamak için buna engel olan dış âmilleri ortadan kaldırmaktır.

Baltacıoğlu, eğitimde aile ve okulun önemini anlatırken bazı çelişkili fikirler de ileri sürer. Osmanlı Türkleri'nde görülen aile hayatını İslâmiyet'in ve Araplar'ın tesirlerini taşıdığı gerekçesiyle tenkit ederken bu aile yapısını millî kültürün bir türlü hazmedemediği bir aile şekli olarak gösterir (Sosyoloji, s. 318, 319); modern aile yapısında ise din birliğinin olmasını şart olarak görmez. Fakat eğitimle ilgili eserlerinde, "Normal aile dinini yaşayan, dilini konuşan, sanatlarını tadan ailedir" der (Pedagojide İhtilâl, s. 106).

Çok değişik konularda kitap ve makaleler yazan ve konferanslar veren Baltacıoğlu, içinde bulunduğu şartlara göre farklı ve zaman zaman çelişkili görüşler de ileri sürmüştür. Özellikle din hakkındaki ilk yazılarında o devir İslâmcılar'ının tepkisine sebep olacak kadar aşırı ve reformist fikirler ortaya koymakla birlikte hayatının son zamanlarında dinî konulara tekrar dönmüş, gerek Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde gerekse Din Yolu dergisinde dinî konularda daha isabetli ve tutarlı ilmî yazılar yazmıştır.

Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nin açılışıyla ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapılan müzakereler sırasında, kişinin ahlâk, sanat ve dil sahasında gerekli kültürü aldıktan sonra dinî formasyona tâbi tutulmaması halinde şahsiyetinde bütünlük olamayacağını belirten (T.B.M.M. Tutanak Dergisi, XX, 278) Baltacıoğlu'na göre din denilen sırlı yaşayış, bir kaynak ve yaratıcı öz olarak bütün öteki toplum kurumlarını var etmekle kalmamış, aynı zamanda onların içinde varlığını sürdürmüştür. Toplumun dini ahlâk, hukuk, dil, bilgi, sanat ve varlık felsefesinden ayrı bir varlık değildir. Din bütün bunların özünde varlığını sürdürmektedir. Şu halde dinî kişilik olmadan millî kişilik de olamaz. Din teknik gibi insanın yalnız aklını, sanat gibi yalnız gönlünü saran bir şuur değildir; o insanın bütün bilgisini saran bir şuurdur. Kansız yaşanamayacağı gibi dinsiz de yaşanamaz ("Dine Doğru", AÜİFD, VI/1-4 [1957], s. 44-59).

Baltacıoğlu hayatı boyunca hattatlık, resim, dekorasyon, mimarlık incelemeleri, bahçıvanlık ve çeşitli el sanatlarıyla hem bizzat meşgul olmuş, hem de bu alanlarda araştırmalar yapmıştır. Hat sanatında asıl ustası olan Hattat Hoca Kadri Efendi'den başka Hattat Sâmi Efendi ve Hacı Kâmil Efendi'den de (Akdik) dersler almıştır. İslâm ve Türk yazılarının her çeşidinde yazılar yazmış, "alev yazısı" diye tanınan yeni bir hat şekli geliştirmiştir. Kûfî hatla yazdığı "Yâ Rabbe'l-âlemîn", sülüs-celîsiyle yazdığı "er-Rızku alellah" çok meşhur olan eserleridir. "Türk Yazılarının Tedkikine Medhal" (Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, sy. 5-6, Haziran 1927, s. 111-136) başlıklı incelemesini Türklerde Yazı Sanatı (İstanbul 1958) adlı kitabında daha da geliştirmiştir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi


BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA