Bârûdî, Mahmud Sâmi Paşa kimdir ?

Memlük Sultanı Baybars'ın kardeşi Nevrûz Atebegî'nin soyundan gelen Çerkez asıllı Bârûdî, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Kahire'de doğdu. Bârûdî nisbesini Aşağı Mısır'da Îtâyü'l-Bârûd adlı küçük bir kasabaya nisbetle veya dedelerinden birinin barut ticareti yapmış olması sebebiyle almıştır. Bârûdî yedi yaşında iken bir topçu albayı olan babasını kaybetti. İlkokulu bitirince askerî mektebe girdi ve on altı yaşında oradan mezun olduktan sonra şiirle meşgul olmaya başladı; şair ve ediplerin sohbetlerine katıldı. Arap şiirini kaynaklarından araştırıp öğrenmek için Hasan el-Mersafî'den Arap dili ve edebiyatı dersleri aldı. Daha sonra İstanbul'da Mısır hariciyesinde sekreter olarak çalıştı. Bu arada Türkçe ve Farsça'yı öğrendi. İstanbul kütüphanelerinde bulunan birçok Arapça divan ve şiir mecmuasını gördü.

Hidiv İsmâil Paşa 1863'te İstanbul'u ziyareti sırasında Bârûdî'yi tanıdı ve ona karşı yakınlık duydu. Kahire'ye dönerken onu da birlikte götürerek binbaşı rütbesiyle özel muhafız kumandanlığına tayin etti. Böylece Bârûdî'nin askerî ve siyasî hayatı başlamış oldu. Ardından Fransa'ya ve İngiltere'ye seyahatler yaptı. 1864'te yarbay rütbesiyle 3. Muhafız Alayı'nın kumandanlığına tayin edildikten sonra albaylığa yükseltildi. Bârûdî Bâbıâli-Mısır münasebetlerinde aktif görevler almıştır. 1865 Girit İsyanı'nda Mısır'dan gelen yardımcı kuvvetlerde subay olarak yer aldı. Sırp-Bulgar isyanı sırasında bazı diplomatik temaslarda bulunmak için Hidiv İsmâil tarafından İstanbul'a gönderildi; daha sonra 1877 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Mısır'dan gelen kuvvetlerde kumandan olarak görev yaptı. Savaş sırasında gösterdiği cesaret, kahramanlık ve başarıları sebebiyle Osmanlı nişanlarıyla taltif edildi ve Mısır'a dönüşünde mîrlivâlığa yükseltildi.

Tevfik Paşa babası İsmâil Paşa'nın yerine hidiv olunca, bazı siyasî reformları ve parlamenter sistemi savunan Bârûdî 1879-1882 yılları arasında önemli birçok idarî ve siyasî görevlere getirildi. Önce Şarkiye, sonra Kahire valiliğine, daha sonra da Vakıflar ve Maarif bakanlıklarına tayin edildi. 1882'de Mecidiye nişanıyla tuğgeneralliğe yükseltilerek Harbiye nâzırlığı da uhdesine verildi; kısa bir süre sonra da hükümet başkanlığına getirildi.

Bârûdî, daha Mehmed Ali Paşa zamanında varlığını hissettirmeye başlayan ve daha sonra ordudaki Türk-Çerkez subaylara karşı vaziyet alan milliyetçi hareketi destekledi. "Mısır Mısırlılarındır" ilkesini benimseyen bu hareketin lideri Urâbî Paşa'nın 1882'de İngilizler'e karşı ayaklanmasında aktif rol oynadı. İsyancıların yenilmesinden sonra tutuklanarak idama mahkûm edildi; ancak cezası sürgüne çevrilerek on yedi yıl kalacağı Seylan adasına gönderildi. Burada İngilizce öğrendi; bu dilden Arapça'ya bazı kitaplar tercüme etti ve sürgün günlerini şiir yazmakla geçirdi. 1900 yılında affedilerek ülkesine döndükten sonra kendini tamamen edebî çalışmalara veren Bârûdî Kahire'de öldü.

Bârûdî şiir kabiliyetinin kendisine anne tarafından intikal ettiğini söylerdi. Edebiyat tahsil etmemesine rağmen Câhiliye, ilk İslâmî dönem ve Abbâsî dönemlerine ait ünlü şairlerin şiirlerini şahsî gayretleriyle inceleyerek ve ediplerin sohbet toplantılarına katılarak edebiyat kültürünü geliştirdi. Eski Arap şiirinin yeni ustası sıfatıyla kendinden sonra gelen şairlere öncülük etti. Şiirlerini gereksiz süslemelerden uzak sade bir dille yazdı. Kasidelerinde örfe bağlı kaldı ve eski üslûbu diriltmeye çalıştı; diğer şairleri de bu konuda kendisine uymaya davet etti. Klasik şiire kendi üslûbunu da katarak Arap şiir tarihindeki müstesna yerini aldı. Şiirlerinde Mısır tabiatını, kendi aile çevresini, bizzat katıldığı savaşları, yaşadığı siyasî olayları ve sürgünde geçirdiği günleri samimi bir ifade ile tasvir eder. Şiirlerindeki yumuşaklık, sükûnet, incelik ve rahatlık hemen hissedilir. Onun en dokunaklı şiirleri, memleketinden ve yakınlarından uzak, vatan hasreti içinde Seylan'da yazdıklarıdır. Arap edebiyatındaki geniş kültürü yanında Türkçe ve Farsça'yı da bilmesi, Fransız ve İngiliz dil ve edebiyatlarına âşina olması, yarım yüzyıllık askerî ve siyasî tecrübelere sahip bulunması, onun şiirini muhteva yönünden de zenginleştirmiştir. Abbâsî devri ve daha önceki dönemlere ait klasik şiir tarzını XIX. yüzyılın üslûbuyla terennüm etmiş, aralarında Hâfız İbrâhim ile emîrü'ş-şuarâ Ahmed Şevkī'nin de bulunduğu kendinden sonraki şairlere bu konuda öncülük yapmıştır.

Bârûdî'nin zaman zaman mevcut sözlüklerde bulunmayan kelimeler kullanması, üslûp hataları yapması, bazan yarım bazan tam beyit halinde başkalarının şiirini kendi şiirine aktarması, yerine oturmayan mübalağalı ifadelere yer vermesi, onun gerçek değerine gölge düşürmez. Ayrıca XIX. yüzyılın ikinci yarısında cereyan etmiş birtakım siyasî ve sosyal olaylara ışık tutması bakımından şiirleri Türk tarihi için de kaynak teşkil etmektedir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi


BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA