Medrese

Sözlükte "okumak, anlamak, bir metni öğrenmek ve ezberlemek için tekrarlamak" anlamına gelen ders (dirâse) kökünden bir mekân ismidir. Ders Sâmî dillerinde ortak kullanılan bir kelime olup yahudiler daha çok Tevrat'ın okutulup öğretildiği binalara Beytülmidrâs diyorlardı (İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, II, 113). Bazı kayıtlardan Hz. Peygamber döneminde Medine'de bu tür bir mekânın bulunduğu anlaşılmaktadır (Müsned, II, 451; Buhârî, "Cizye", 6; "İʿtiṣâm", 18). Hadislerde ders ve tedârüs kelimeleri geçtiği halde (Müsned, VI, 11; Müslim, "Ẕikr ve'd-duʿâʾ", 38) ders yapılan mekânlara ilk devirlerde medrese denilmemiştir. Resûl-i Ekrem döneminde Medine'de Kur'an öğretiminin yapıldığı bir eve dârülkurrâ adı veriliyordu. Bu evin medreselerin doğuşunda bir başlangıç olduğu ileri sürülmüştür (Ali b. Muhammed el-Huzâî, s. 80; Abdülhay el-Kettânî, I, 138). Ancak ilk bina edildiği günden itibaren bir eğitim ve öğretim kurumu olarak da görev yapan Mescid-i Nebevî'yi ve orada bulunan Suffe'yi medresenin ilk modeli kabul etmek daha doğrudur. Mescidler (camiler) müstakil medrese binalarının inşasından sonra da dershane işlevini sürdürmüştür (bk. CAMİ). Batı dünyasına ilim ve kültür açısından yeni ufuklar açan Endülüs'te dersler çoğunlukla camilerde yapıldığından burada müstakil medrese binalarından pek söz edilmemektedir.

İlk medreselerin ne zaman inşa edildiği hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Corcî Zeydân, bazı Batılı araştırmacıların medreselerin kuruluşunu Abbâsî Halifesi Me'mûn'un Horasan valiliği dönemine kadar götürdüklerini, ancak kendisinin bu bilgiyi İslâm tarihi kaynaklarından teyit edemediğini söylemektedir (İslâm Medeniyeti Tarihi, III, 408). Beytülhikme'yi bir ilimler akademisi hüviyetine kavuşturan Halife Me'mûn'un (DİA, VI, 89) daha önce Horasan valiliği sırasında benzer bir teşebbüste bulunmuş olması mümkündür. Medrese ve zâviyelerin Türkistan ve Horasan'da İslâmiyet'in Türkler arasında yayılmasında önemli hizmetleri olmuştur. Bir görüşe göre ilk medreseler Belh ve Buhara'da Budist viharaları (bilginin toplandığı yer) taklit edilerek yapılmıştır. Buhara adı da buradan gelmektedir (Turan, Selçuklular Tarihi, s. 331-332). Ancak kaynaklarda medrese olarak anılan ilk eser, fakih ve muhaddis Ebû Bekir Ahmed b. İshak es-Sıbgī (ö. 342/954) tarafından Nîşâbur'da kurulan dârüssünnedir (Zehebî, XVII, 170). Hasan b. Ahmed el-Mahledî ve Muhammed b. Hüseyin el-Hasenî gibi hadis âlimlerinin imlâ meclisleri düzenlediği bu dârüssünnede 1000 kadar öğrencinin ders yapabildiği belirtilmektedir (İbn Nukta, I, 230; Zehebî, XVI, 540; Sübkî, III, 149). Medresenin bir de vakfının bulunduğu, İmam Sıbgī'nin medrese ile vakfın işlerini kendisinden sonra talebesi Hakîm en-Nîsâbûrî'nin yürütmesini vasiyet ettiği kaydedilmektedir (DİA, VIII, 528). Medreseye ait bir vakfın varlığı, binasının bakım masrafları yanında talebe ve hocaları için maddî destek sağlanmış olabileceğini göstermektedir. Öğrencilerin barınması için müstakil mekânların bulunup bulunmadığına dair bilgi yoktur. İbn Hibbân da (ö. 354/965) Büst'te dışarıdan gelen talebelerin barınmasına imkân sağlayan ve kütüphanesi olan medrese kurmuştur.

İbn Kesîr, Büveyhî hükümdarlarından Bahâüddevle zamanında birkaç defa vezirlik görevine getirilen Ebû Nasr Sâbûr b. Erdeşîr'in Bağdat'ın batısındaki Kerh'te kurduğu dârülilmin fukaha için tahsis edilen ilk medrese olduğunu söyler. Ebû Nasr burada satın aldığı evi onardıktan sonra fakihler için vakfetmiştir. Hadiseyi 383 (993) yılı olayları arasında zikreden İbn Kesîr burasının Nizâmiye medreselerinden çok önce kurulduğunu bildirir (el-Bidâye ve'n-nihâye, XI, 333). Nizâmiye medreselerinden önce kendileri için medreseler tesis eden ilim adamlarının vefat tarihleri V. (XI.) yüzyılın hemen başlarına rastlamaktadır. Bunlardan Ebü'l-Hüseyin Muhammed b. Abdullah İbnü'l-Lebbân (ö. 402/1011) Hârizmşahlar (Me'mûnîler) tarafından maddî açıdan desteklenmiş, kendisi için Bağdat'ta Hârizm bölgesinden gelen âlimlerin de ziyaret ettiği bir medrese yaptırılmıştır (a.g.e., XVII, 219). Medreseler, genellikle devlet yöneticileri veya zenginler tarafından bir âlimin ders vermesi amacıyla inşa ediliyordu. Meselâ İbn Fûrek için Nîşâbur'da bir medrese ve kalacağı bir ev yaptırılmıştı (a.g.e., XVII, 215). Ulemâ arasında zengin olup kendi geliriyle medrese yaptıranlar da vardı. Tehẕîbü'l-esrâr adlı eserin müellifi Hargûşî başlık (kalensüve) yapıp satarak kazandığı parayla bir medrese, kütüphane ve bir hastahane inşa ettirmiştir (Zehebî, XVII, 257). Nizâmiye medreselerinin kurulmasından önce adına medrese yaptırılan âlimlerden biri de Ebû İshak el-İsferâyînî'dir. İsferâyînî için Nîşâbur'da bir medrese bina edilmiştir. Nîşâbur'daki Beyhakıyye ve Sa'diyye (Saîdiyye) medreselerini de bunlar arasında saymak gerekir. Bunlardan ilki Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, ikincisi Gazneli Mahmud'un kardeşi Emîr Nasr b. Sebük Tegin tarafından inşa ettirilmiştir. Karahanlı Hükümdarı İbrâhim Tamgaç Han 458 (1066) yılında Semerkant'ta bir medrese yaptırmış ve geliri için vakıflar tahsis etmiştir. Bu medresenin vakfiyesi günümüze ulaşmıştır (Esin, VIII [1978], s. 42-50). Bağdat'taki Nizâmiye'den önce Nîşâbur başta olmak üzere Doğu İslâm dünyasında otuzdan fazla medresenin kurulduğu belirtilmektedir (Nâcî Ma'rûf, Medâris ḳable'n-Niẓâmiyye, s. 67-68).

Medrese denilince daha çok, Alparslan'ın ve ardından oğlu Melikşah'ın veziri olan Nizâmülmülk tarafından Nîşâbur ve bilhassa Bağdat'ta açılan Nizâmiye medreseleri akla gelmektedir. Bunların yanında Merv, Herat, Belh, Basra, İsfahan, Âmül, Musul, Cizre (Cezîretü İbn Ömer) ve Rey gibi şehirlerde de Nizâmiye medreseleri inşa edilmiştir. Bunların başta gelen özelliği hoca ve talebelerin barınacağı odalarının bulunmasıdır. Nizâmiye medreselerinin en ünlüsü 459 (1067) yılında Bağdat'ta öğrenime açılan medrese olmakla beraber Nîşâbur'un zaman itibariyle önceliği vardır. Daha sonra Nizâmülmülk ülkenin çeşitli şehirlerinde medreseler yaptırmış ve bunların devamını sağlamak için vakıflar kurdurmuş (bk. NİZÂMİYE MEDRESESİ), böylece âlimlerin ve öğrencilerin geçim endişesi taşımaksızın ilimle uğraşmasını sağlamıştır. Yine Selçuklular döneminde Cürcân, Rey, Hemedan, Yezd, Şîraz, Kirman, Merv ve Kâşân'da birçok medrese inşa edilmiştir. Bu sistemle ilmî seviyelerini yükselten Selçuklular, Şiî Fâtımîler'in Kahire'de kurdukları Ezher ve Dârülhikme vasıtasıyla yürüttükleri propaganda faaliyetlerine de karşı koyabilmişlerdir. Büyük Selçuklu Devleti'nin dağılmasının ardından oluşan devletler onların izini takip etmiştir. Nizâmülmülk'ün İran ve Aşağı Mezopotamya'da yaptığını Nûreddin Mahmud Zengî ve Selâhaddîn-i Eyyûbî Yukarı Mezopotamya, Suriye ve Mısır'da gerçekleştirmiş, böylece medrese sistemi batıya doğru yayılmıştır. Dımaşk'ta ilk dârülhadisi kuran Nûreddin Mahmud Zengî döneminde medreselerin Suriye'nin bütün şehir ve köylerine kadar ulaştığı belirtilmektedir. Nûreddin, Dımaşk'ta inşa ettirdiği Nûriyye Dârülhadisi'nden başka Salâhiyye, İmâdiyye, Kilâse, en-Nûriyyetü'l-kübrâ ve en-Nûriyyetü'l-Hanefiyyetü's-suğrâ (Nuaymî, I, 99 vd., 331 vd., 407, 447, 607, 648) adlı medreseleri, ayrıca Halep'te dört, Hama'da iki, Humus'ta iki ve Ba'lebek'te bir medrese yaptırmıştır. Eyyûbîler devrinde Selâhaddîn-i Eyyûbî, diğer sultanlar, emîrler, nüfuzlu devlet adamları ve zengin kişiler tarafından Mısır, Kudüs, Suriye, Hicaz ve Yemen'de birçok medrese inşa edilmiştir (meselâ bk. Ahmed Çelebi, s. 116 vd.). Eyyûbîler döneminde sadece Dımaşk'ta doksandan fazla medresenin bulunduğu bildirilmektedir (Hasan Şümeysânî, s. 49).

Türkler'in Anadolu'ya gelişinden itibaren bu coğrafyada birçok medresenin yapıldığı görülmektedir. Anadolu Selçukluları Anadolu'da bir şehri fethettiklerinde ilk iş olarak orada cami, medrese, zâviye inşa ederek tüccarları, din adamlarını ve Türk nüfusu buralara yerleştirmişlerdir (Turan, Selçuklular Tarihi, s. 357). Dânişmendliler, Artukoğulları ve Anadolu Selçukluları'na ait medreselerin bir kısmı zamanla harap olmuştur. Bugün Dânişmendli Hükümdarı Nizâmeddin Yağıbasan'ın yaptırdığı medreselerden Niksar ve Tokat'takiler kısmen ayaktadır. Tokat'taki medrese Çukur Medrese adıyla anılır (Kuran, s. 11 vd.; DİA, VIII, 474, 476). Artuklular Diyarbekir, Mardin, Urfa ve Gaziantep'te medreseler inşa etmiştir (DİA, III, 418-419). Selçuklular da Sincanlı (Afyon), Ertokuş (Isparta, Atabey), Karatay, İnce Minare, Sırçalı, Şemseddin Altun-aba veya İplikçi (Konya), Taş Medrese (Akşehir), Yûsuf b. Ya'kūb (Çay), Karahisar, Hüseyin Gazi (Çorum, Alaca), Çifte Medrese, Afgûnu, Huand Hatun, Sirâceddin, Hacı Kılıç, Sâhibiye (Kayseri), Ümmühan Hatun (Eskişehir, Seyitgazi), Karatay, Ulucami, Atabey (Antalya), Süleyman Pervâne (Sinop), Burûciye, Gökmedrese (Sivas, Tokat) gibi medreseler inşa etmişlerdir (Kuran, s. 41 vd.). Sivas ve Erzurum Çifte Minare medreseleriyle Erzurum Yâkutiye ve Ahmediye, Kırşehir Caca Bey medreseleri İlhanlılar dönemine ait kısmen veya tamamen ayakta olan yapılardır (DİA, XXII, 106-107). Metin Sözen, Selçuklular ve Beylikler devrinde Anadolu'da yaptırılan ve önemli bir kısmı halen ayakta duran 139 medreseden bahsetmektedir (ayrıca bk. a.g.e., III, 128-130).

İran'da özellikle Selçuklular döneminde kurulan medreseler VII. (XIII.) yüzyılda Moğol saldırılarından büyük zarar gördü. Ancak İlhanlılar devrinde ülkede istikrarı sağlayan Gāzân Han medreseleri yeniden canlandırdı. Gāzân Han'ın Tebriz'de yaptırdığı Gāzâniyye külliyesinde Hanefî ve Şâfiî medreseleri de yer almaktaydı. Ondan sonra gelen birçok devlet adamı İran'ın çeşitli şehirlerinde medreseler inşa etti. Sultâniye şehrinde Vezir Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî medrese ve hankahı da kapsayan bir külliye yaptırdı. Olcaytu'nun veziri Tâceddin Ali Şah Gîlânî'nin Tebriz'de bina ettirdiği cami müştemilâtında medrese ve zâviye de bulunuyordu. İlhanlılar'ın sonunda mahallî emirliklere ayrılan İran'da her emîrin bölgesinde medrese kurduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan Deylem Atabegleri'nin kontrolünde olan Yezd'de ulemâdan Rükneddin Muhammed b. Nizâm el-Hüseynî tarafından yaptırılan Rükniyye Medresesi dönemin en yüksek seviyedeki eğitim kurumuydu. Yezd'de bulunan diğer medreseler birkaç asır faaliyetlerini sürdürebildiler.

Timurlular devrinde İran'da kurulan medreselerin başında Horasan bölgesindekiler gelmektedir. Meşhed'de Timur'un emîrlerinden Gıyâseddin Yûsuf Hâce'nin 843 (1439-40) yılında inşa ettirdiği Dûder Medresesi, Gevher Şad'ın hizmetinde bulunan Perîzad Hanım'ın yaptırdığı medrese ve İbrâhim b. Şâhruh'un Şîraz'da kurduğu medrese bunlar arasında zikredilebilir. Timurlular döneminde Yezd'de açılan Hâfıziyye Medresesi de önemlidir.

XVI. yüzyıl başlarında İran'da Şiîliğin devlet desteğiyle güçlenmesinden sonra o zamana kadar düzenli eğitim kurumlarına sahip olmayan Şiîler yeni bir usule göre medreselerini kurmaya başladılar. Safevîler'le birlikte sayıları hızla artan Şiî medreselerinin yanında Sünnî medreselerinde de canlanma gözlendi. Ancak devlet tarafından desteklenen Şiî medreseleri daha fazla gelişme imkânı buldu. Safevîler zamanında İsfahan'da medrese sayısı elli yediye, Tebriz'de kırk yediye ulaştı. Medreselerin idarî ve malî işlerinin yönetimi, "mollabaşı" unvanıyla en büyük âlimler arasından seçilen bir kişinin sorumluluğuna verilmişti. Bu dönemde İsfahan'da Molla Abdullah, Çehâr Bâğ, Abbâsî (Nâsırî), Âkā Kâfûr, Meryem Bîgüm, Süleymaniyye ve Şefîiyye; Meşhed'de Nevvâb, Hayrat Han, Sâlihiyye ve Mirza Ca'fer; Şîraz'da Hâşimiyye, Hakîm, Mukīmiyye, Han, İmâmiyye, Şerîfiyye ve Eymâniyye; Tebriz'de Tâlibiyye, Sâdıkıyye; Kum'da Feyziyye ve Mü'miniyye medreseleri başta olmak üzere birçok medrese kuruldu. Safevîler devrinde başlayan güçlü Şiî öğretim geleneği diğer ülkelerdeki Şiî ulemâyı buraya yöneltti.

Kaçarlar döneminde Safevî geleneği takip edilerek ülkenin her tarafında medreseler açıldı. Bu hânedan zamanında medreselerin en önemlileri başşehir Tahran'da kuruldu. 1860'larda Tahran'da medrese sayısı otuz beşe ulaşmıştı. Şehrin en büyük okulu olan Sipehsâlâr Medresesi'ne kurucusu Mirza Hüseyin Han Sipehsâlâr bir kütüphane ekledi. Başşehirdeki diğer bir medrese, Feth Ali Şah tarafından başlangıçta hastahane olarak açılıp daha sonra medreseye dönüştürülen dârüşşifâdır. Asfiye ve Sadr Tahran'da Kaçarlar devrinde kurulan diğer medreselerdir. İsfahan'daki Sadr Bâzâr da önemlidir. Kaçarlar'ın son dönemiyle birlikte modernleşmenin etkisi eğitim kurumlarına da yansıdı. Batılı mânada ilk üniversite olarak 1851 yılında dârülfünunun açılmasıyla klasik medreseler daha çok dinî ağırlıklı bir öğretimin merkezi haline geldi. Dârülfünun, yönetiminde Şiî ulemânın bulunmadığı ilk eğitim kurumuydu. Yeni yaptırılan medreselerde âlimlerin etkinliğinden çok modern eğitimin ağırlığı görülmeye başlandı. Bu durum ulemânın yeni medreselere karşı tavır almasına sebep oldu. Tebriz'de 1897'de Rüşdiye Medresesi'nin açılışını şehrin din âlimleri hoş karşılamadı. Meşrutiyet döneminde yeni medreselerin kurulmasına devam edildi. Meşhed'deki Süleyman Han Medresesi bunlardan biridir. 1921'de İran'da Kum şehrinin en önemli dinî merkez olarak ortaya çıkması buradaki medreselerin önemini arttırdı. Feyziyye, Han, Hüccetiyye ve Rızâviyye gibi eski medreselerin yanında Dârütteblîğ (1965), Gülpâyigânî (1965) ve İmam Emîrü'l-mü'minîn medreseleri İran'ın din eğitimini üstlenen merkezler haline geldi.

İran'da medreselerin malî ihtiyaçları vakıflar tarafından karşılanıyordu. Özellikle bu kaynak XX. yüzyılda dinî eğitim yapan medreseler için ulemâya iyi bir güç sağlamıştır. 1979'da rejim değişikliğinin ardından İran'da geleneksel medrese sisteminde yenilikler yapıldı. Kum'da devrimden sonra, daha fazla kız öğrencinin kabul edildiği yeni medreseler açıldı. Bunlardan Mekteb-i Zehrâ en önemlisidir. Medreselere bağlı kütüphaneler de zenginleştirildi. Klasik medrese eğitimi Arapça, mantık, kelâm ve fıkıh kitaplarının okunup tartışılması şeklinde gerçekleştirilirdi. Şiî medreselerinde aklî ve naklî ilimlere dair mezhebî ağırlıklı geleneksel kitaplar okutulmaktaydı (geniş bilgi için bk. Seyyed Hossain Nasr, III, 56-73).

Yemen'de ilk medreseler Eyyûbîler zamanında Muizzüddin İsmâil b. Tuğtegin tarafından kuruldu. Taiz'de babası Seyfülislâm Tuğtegin'e nisbetle el-Medresetü's-Seyfiyye'yi yaptıran Muizzüddin 594 (1198) yılında Zebîd'de el-Medresetü'l-Muizziyye'yi (Medresetü'l-Mîleyn) inşa ettirdi. Eyyûbîler'den sonra özellikle Resûlîler Yemen'de birçok medrese kurdular. Eyyûbîler'den itibaren Yemen'de 193 medresenin yaptırıldığı kaydedilmektedir (İsmâil b. Ali el-Ekva', s. 437-445). Selâhaddîn-i Eyyûbî döneminde Aden valisi 579'da (1183) Mekke'de bir Hanefî medresesi, ertesi yıl bir Şâfiî medresesi inşa ettirdi. Tâhirîler ve Osmanlılar zamanında da Yemen'de medreseler kuruldu.

İfrîkıye ve Mağrib'de de birçok medresenin açıldığı görülmektedir. Tunus'ta Hafsîler'e ait en eski medrese XIII. yüzyılda tesis edilen Şemmâiyye ve Muarradiyye'dir. Mağrib'deki ilk medrese, Merînî Hükümdarı Ebû Yûsuf Ya'kūb b. Abdülhak tarafından 684'te (1285) Fas'ta yaptırılan Saffârîn'dir. Merînîler'den sonra da Fas, Tilimsân ve diğer şehirlerde medreseler inşa edilmiştir. Eğitimin genellikle camilerde yapıldığı Endülüs'te Nasrîler'den Ebü'l-Haccâc Yûsuf b. İsmâil'in 750 (1349) yılında Gırnata'da bir medrese açtığı bilinmektedir.

Medreseler varlıklarını sultanların, nüfuzlu devlet adamlarının ve zenginlerin himayesinde kurulan vakıfların gelirleriyle sürdürmüştür. Nizâmiye medreselerinin yönetimi Nizâmülmülk ve çocuklarının elindeydi. Medreseye kitaplar, arazi ve dükkânlar vakfedilmişti (İbnü'l-Cevzî, VIII, 256). Vakfiyeler medreselerdeki görevliler ve öğrenciler hakkında önemli bilgiler içermektedir. Konya'da İplikçi (Altun-aba) Medresesi'nin 598 (1202) tarihli vakfiyesine göre burada müderris, muîd, imam, müezzin, ferrâş (hademe) gibi görevliler ve başlangıç, orta ve ileri seviyede olmak üzere üç tür öğrenci grubu bulunmaktaydı. Şemseddin Altun-aba, medresenin masraflarının karşılanması için yakınlarındaki bir han, hana bitişik on sekiz dükkân, ayrıca şehrin çeşitli yerlerinde otuz kadar dükkân bağışlamış, Konya civar köylerinden de arazi vakfetmiştir. Bu gelirlerden müderrise 800, muîde 240, medrese camisinde namaz kıldıran imama 200, müezzine 100, ferrâşa 60 dinar yıllık ücret ödenmekte, ayrıca ileri seviyede bir öğrenciye ayda 15, orta seviyedekine 10 ve ilk seviyedekine 5 dinar verilmekte, medreseye kitap alımı için her yıl 100 dinar ayrılmaktaydı. Vakfiyede beş yıl sonunda başarılı olamayan öğrencinin medreseden ihraç edilmesi, kütüphaneden dışarıya çıkarılan kitap başına iade edilmek üzere bir paranın hâfız-ı kütübe bırakılması, müderris ve imamın mutlaka Hanefî mezhebinden olması şart koşulmuştur (Turan, TTK Belleten, XI/42 [1947], s. 202-203). Öğrencilerin ileri seviyede olanlarına müntehî, orta seviyede bulunanlarına mutavassıt, yeni başlayanlarına mübtedî deniyordu.

Medrese görevlilerinin sayısı kurumun büyüklüğüne ve okutulan derslere göre değişmekteydi. 631'de (1233) tamamlanan Bağdat'taki Müstansıriyye Medresesi'nde dört Sünnî mezhepten birer müderris vardı. Burada her mezhepten altmış iki öğrenci (fakih), dört muîd, bir müderris, ayrıca bir şeyhü'l-hadîs, iki kāri, on müstemi', bir şeyhü't-tıb, on kadar da tıp öğrenimi gören öğrenci bulunuyordu. Bünyesinde yetim çocuklar için bir mektebin yer aldığı medrese halifenin yanı sıra emîr, vezir, kadı, fakih, sûfî ve şairlerin de katıldığı büyük bir törenle açılmış, halife müderris, fukaha ve muîdlere hil'at vermişti (İbn Kesîr, XIII, 139-140).

İbn Tolun'un naklettiğine göre Memlükler dönemi medreselerinde görevlilerin durumu ve görevleri şöyleydi: Hadis hocalarına muhaddis, şeyhü'l-hadîs ve şeyhü'r-rivâye deniyordu. Muhaddis bölgesindeki hadis şeyhlerini, onların doğum ve ölüm tarihlerini ve ilmî durumlarını bilirdi. Şeyhü'r-rivâye muhaddislerin rivayet ettiği hadislerin lafızlarını tashih ederdi. Hâfızlar Kur'an'ı ezberleyenlerin derslerini takiple görevliydi. Müfessir Kur'an âyetlerini açıklar, müderris talebeye ders anlatır, muîd müderrise yardımcı olurdu. Müfîd ders çalışmaları esnasında öğrencilere yardım eder, müntehî tartışılan konularda araştırma yapardı. Kâtibü'l-gaybe talebelerin devam durumunu izlerdi. Zâbitü'l-esmâ öğrencilerin kaydıyla ve onların derse ilgisini takiple görevliydi. Muallimü'l-küttâb küçük çocuklara İslâmiyet'in esaslarını öğretir, kās (kıssa anlatan) halka ibretli olay ve sözler nakleder, kāriü'l-kerâsî de kās gibi bir görev yapardı. Vâiz halka şiirler ve güzel sözlerle zühd, tevekkül gibi konular hakkında vaaz verirdi (İbn Tolun, s. 35-45; Ahmed Hâlid Cîde, s. 340-341).

Fıkıh ağırlıklı medreselerde müderris geçici olarak medreseden ayrıldığında nâibü'l-müderris ona vekâlet ederdi. Nitekim Gazzâlî Dımaşk'a gitmek üzere Bağdat'tan çıktığı zaman kendisine kardeşi Ahmed el-Gazzâlî vekillik yapmıştır. Fıkıh medreselerinde ayrıca reis, müftü, kadı, şahid, mütesaddir, müfîd gibi görevliler bulunurdu. Hadisle ilgili bölümlerde yardımcıya müstemlî, dil hocalarına nahvî denirdi. Kıraat hocaları da hadis hocaları gibi şeyh (şeyhü'l-kırâa) olarak adlandırılırdı. Ribât, zâviye ve hankahlarda ders verenlere şeyh denirdi. Medreselerde ayrıca nâsih, verrâk, musahhih, muarrid gibi yazı ile ve yazı malzemesinin sağlanmasıyla ilgili görevliler de bulunurdu.

Fıkıh eğitimi veren medreselerde genellikle bir mezhebin usul ve fürûu okutulurdu. Bununla birlikte iki veya daha fazla mezhebin görüşlerinin öğretildiği müesseseler de vardı. Makrîzî'nin kaydettiğine göre Kahire medreselerinin on dördü Şâfiî, dördü Mâlikî, onu Hanefî, üçü Şâfiî-Mâlikî, altısı Şâfiî-Hanefî, biri Mâlikî-Hanefî, dördü ise dört Sünnî mezhebin fıkhı üzerine eğitim yapıyordu. Ayrıca mezhebi belirtilmeyen iki dârülhadis ve yirmi beş kadar medrese vardı (el-Ḫıṭaṭ, II, 362 vd.). Memlükler döneminde Dımaşk'ta yirmi Hanefî, otuz altı Şâfiî, üç Mâlikî ve beş Hanbelî medresesinin bulunduğu tesbit edilmektedir (Ahmed Hâlid Cîde, s. 136-159). Nuaymî, ed-Dâris fî târîḫi'l-medâris adlı eserinde V-X. (XI-XVI.) yüzyıllar arasında Dımaşk'ta altmış üç Şâfiî, elli iki Hanefî, dört Mâlikî, on bir Hanbelî ve üç tıp medresesinden bahseder. Medreselerde değişik görüş sahipleri arasında tartışmalar çıktığı, bu tartışmaların bazan çatışmaya dönüştüğü, 469'da (1076-77) Hanbelîler'le Eş'arîler, bir yıl sonra da Hanbelîler'le Nizâmiyye fukahası arasında bu tür olayların yaşandığı belirtilmektedir (İbn Kesîr, XII, 123, 125).

Öğrencilerin tahsil müddetiyle ilgili genel bir kural bulunmamaktadır. Medrese eğitimini başarıyla tamamlayanlara icâzet verilir, belli bir süreden sonra kendisinde kabiliyet görülmeyen öğrenci uzaklaştırılırdı. Dersler umumiyetle ezberleme, tekrar, tefakkuh, müzakere ve imlâ metotlarıyla öğrenilmeye çalışılırdı. Kur'an derslerinde kırâat-i seb'a okunurdu. Hadis derslerinde cerh ve ta'dîl bilgisi, ricâl ilmi gibi konular da görülürdü. Sonraları her ilim dalında yazılmış en ünlü eserler ders kitabı olarak okutulmuş, bu eserler talebe tarafından ezberlenmiştir.

Büyük medreselerde dinî ilimlerin yanı sıra tıp, riyâziye ve hey'et gibi ilimler de okutulmaktaydı. Müstansıriyye Medresesi bünyesinde bir dârüttıb vardı. Derslerin müfredatı hocaya göre değişmekteydi. Aynı hoca bazan Arap dili, edebiyat, şiir, hitabet, hadis, fıkıh, ahkâm, kelâm, mantık, geometri, ensâb, siyer gibi konularda bilgi sahibi olabilmekteydi (Makdisi, The Rise of Colleges, s. 82). Medreselerde okutulan aklî ilimler Batı dünyasında büyük etki yapmış, hıristiyan din adamları ile diğer bazı kimseler buralardan aldıkları bilgileri memleketlerine taşımışlardır. Bu sayede İbn Rüşd'ün düşünceleri müslüman Doğu'dan çok hıristiyan Batı'yı etkilemiş ve burada doğan Averroisme (İbn Rüşdcülük) cereyanı kilise tahakkümünün ve skolastik anlayışın sarsılmasında önemli rol oynamıştır. İspanyollar Mürsiye'yi (Murcia) zaptettikleri zaman kral dönemin âlimlerinden Muhammed b. Ahmed el-Mürsî'yi hizmetine alarak adına bir medrese inşa ettirmiş, Mürsî burada müslüman, hıristiyan ve yahudilere mantık, hendese, tıp, felsefe ve mûsiki dersleri vermiştir (İbn Hacer, III, 375).

Medrese gibi görev yapan zâviye, hankah, ribât vb. müesseseler de vardır. Kahire'deki Şeyhû Hankahı'nda dört mezhep fıkhı, hadis, kıraat ve tasavvuf okutuluyordu. Bazı hankahlarda ise bir mezhebin öğretildiği belirtilmektedir (Makrîzî, II, 292, 421). Dımaşk'ta Emeviyye Camii'nde sekiz zâviye bulunmaktaydı; bunlardan ikisi Şâfiî, biri Hanbelî, üçü Hanefî, biri Mâlikîler'e aitti, diğeri ise Gazzâlî'ye nisbetle Gazzâliyye (Şeyhiyye) olarak anılıyordu. Yine Mısır'da Amr b. Âs Camii'nin sekiz zâviyesi vardı.

İçinde Allah'ın kitabının okunduğu yerler olduğundan medreseler mescid telakki edilmiş, Hz. Peygamber'in bir hadisinde geçen ifadeyle (Müslim, "Ẕikr ve'd-duʿâʾ", 38) "Allah'ın evlerinden bir ev" sayılmıştır (Nevevî, XVII, 22; Azîmâbâdî, IV, 230). Zekât, sadaka gibi insan için tasarruf edilmesi gereken malların medrese, hankah vb. kurumlara harcanması câiz görülmemiş (İbn Receb, s. 103), ancak buradaki öğrencilere verilebileceği söylenmiştir. Medreselerin yapılacağı arazilerin sahiplerinin rızası ile alınıp istimlâk bedellerinin ödenmesi şart koşulmuştur. Ebû İshak eş-Şîrâzî'nin kendisi için inşa edilen Bağdat Nizâmiyesi'nin açıldığı gün ilk dersi vermek üzere giderken bir gencin kendisine medresenin gasbedilmiş arazi üzerine kurulduğunu söylediği, bunun üzerine Ebû İshak'ın o gün orada ders vermediği, ancak uzun çabalardan sonra ikna edilebildiği bildirilmektedir

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA