Mızrak

Sözlükte "dürtmek; atmak, fırlatmak; delmek" gibi anlamlara gelen zerk kökünden türetilmiş bir alet ismi olan mizrâk (çoğulu mezârîḳ), sert ve esnemeyen uzun-ince ahşap bir gönderle ucuna takılmış taş (çakmak taşı, volkan camı), kemik, boynuz, bakır, tunç, demir veya çelikten mâmul bir temrenden oluşan dürtücü-delici bir yakın ve uzak dövüş silâhıdır; hedefe doğrudan dürtülerek yahut fırlatılarak kullanılır. Çeşitli özellikleri açısından birçok isim alan (aş.bk.) mızrak türü silâhlara genel olarak rumh (çoğulu rimâh, ermâh) denilmektedir. En eski silâh türlerinden ve av aletlerinden biri olan mızrak, Yontma Taş devrinden itibaren dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkmış ve yerine göre, meselâ bazı Afrika yerlileri tarafından ucu sivriltilmiş düzgün fidan gövdelerinden veya ağaç dallarından, Eskimolar tarafından deniz gergedanı (narval) dişinden tek parça halinde yapılmıştır. Bir tarz olarak geliştirilmiş tek parça dökme demir ağır mızraklar da bulunmaktadır (Memlükler'in kullandığı bazıları altın kakmalı demir mızraklar gibi). Çivi yazılı Hitit tabletlerinde mızrak, ağır mızrak ve altın kaplama mızraklardan bahsedilmekteyse de arkeolojik buluntular ve tasvirî sanat eserleri ağır mızrakların yekpâre oluşundan değil temrenlerinin büyüklüğünden dolayı bu adı aldığını göstermektedir. Esasen tek parça demir mızraklar demirin bollaştığı ve döküm tekniğinin geliştiği milâttan önce I. binyılın sonlarına doğru ortaya çıkmıştır.

Mızrağın özellikle çölde yaşayan Araplar için ayrı bir önemi vardı. Çünkü onu diğer milletlerden farklı biçimde kızgın çöl güneşinden korunmak amacıyla gölgelik direği olarak da kullanıyorlardı. Her Arap'ın toplumdaki yerine ve malî gücüne göre bir mızrağı bulunurdu. Fakir bedevîler normal ağaç dallarından, zengin bedevîler ise Hindistan'dan gelen kıymetli ağaçlardan yapılmış mızraklara sahiptiler. Mızrak yapımına en uygun ağaç "neb'" veya "şevhat" denilen, sağlam ve sert olmasının yanı sıra doğruluğundan dolayı da düzeltmeye ihtiyaç göstermeyen bambu türü içi dolu kamışlardı. Bunlar Hindistan'dan Bahreyn'e, oradan Arap memleketlerine naklediliyordu. Genellikle bambudan yapılan gövdenin baş tarafına "sinan, nasl, âmil, zurka" adı verilen ve yaralamayı-öldürmeyi sağlayan demir uç geçirilmek suretiyle mızrak tamamlanıyordu. Bir bambu mızrak şu bölümlerden oluşmaktaydı: 1. Metn. Demir ucun takıldığı ince uzun ağaç gövde; üzerindeki "küûb" denilen boğumlar gövde pürüzsüz hale gelinceye kadar tesviye edilirdi. 2. Züc. Arka uca takılan sivri ve kısa demir parçası. Bu parça mızrağın sinan yukarıya gelecek şekilde yere dikilmesini ve ayrıca fırlatıldığında hedefe isabet etmesini sağlardı. 3. Âliye. Gövdenin demir ucun takıldığı kısmının alt tarafı; buraya mızrağın göğsü de denirdi. 4. Sinan. Önceleri yaban öküzü boynuzundan yapılan bu öldürücü bölümün metale dönüştükten sonra çeşitli şekilleri ortaya çıkmıştır. Bunların en yaygın tipleri kama gibi her iki ağzı da düz olanlarla yaralamayı daha tahripkâr hale getiren ağızları dalgalı ve çentikli olanlardı. Sinanın gövdeye geçen kısmına "sa'lebe", uç kısmına da "zubbe" deniyordu.

Mızrakların hepsi aynı boyda değildi. Uzunluğu 4 arşını bulmayan kısa mızraklara "harbe, neyzek (nîzek), mızrak, mıtrad, aneze" adları verilirdi. Kaynaklar, Araplar'ın bu kısa mızrakları mızrak atıcılığında maharetleriyle tanınan Habeşler'den aldıklarını yazmaktadır. Hz. Peygamber'in Medine'de Habeşler'in harbeleriyle sergiledikleri oyunları izlediğine dair rivayetlerden (Buhârî, "Ṣalât", 69; Ebû Dâvûd, "Edeb", 59) mızrağın Habeş folklorunda da önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Uhud Gazvesi'nde Hz. Hamza'yı harbe atışıyla şehid eden Vahşî b. Harb de Habeşî bir köle idi. Boyları 10 arşından daha uzun olan mızraklara "hatıl" adı verilirdi. "Esmer" denilen mızrak gövdesinin koyu renkli oluşundan, "assâl" saplandığı sert yerdeki titreyişinden ve "ledn" hafifliğinden dolayı bu isimle anılmaktaydı. Araplar kılıçlarını olduğu gibi mızraklarını da onları yapan ustalara izâfe ederek adlandırıyorlardı; "Semheriyye" Semher, "Zâgıbiyye" Zâgıb ve "Yezeniyye" Zî-Yezen adlı ustalara nisbet edilmişti. Ayrıca "Rûdeynî" Rudeyne isimli mızrak yapımı ve ticaretiyle ün kazanmış bir kadına, "Hattıyye" de Bahreyn'de bir liman olan Hatt'a nisbetle verilen isimlerdi.

Atın taşıma kolaylığı sağlaması sebebiyle uzun mızrakları atlılar, kısa mızrakları ise hem atlılar hem yayalar kullanırdı. Mızrak taşıyan kişiye genel olarak "râmih" denilirdi. Râmihin mızrağı taşıma şekillerinden en çok uygulananı "i'tikâl" adı verilen ve atlılara mahsus olan usuldü. Bu yöntemde mızrak eyerin üzengisinden diz kapağına doğru temreni yukarı gelecek şekilde uzatılarak tutulurdu. Savaşta içi dolu, ağır mızraklar sağlamlıkları ve daha öldürücü olmaları sebebiyle içi boş ve hafif mızraklara tercih edilirdi. Her zaman dayanıklı kalması için mızrak gövdeleri zeytin yağı sürülerek yağlanırdı.

Kur'ân-ı Kerîm'de mızrağın avlanma silâhı olduğuna işaret edilirken (el-Mâide 5/94) hadis kaynaklarında Hz. Peygamber'in, "Benim rızkım mızrağımın gölgesinde yaratılmıştır" dediği nakledilir (Müsned, II, 50; Buhârî, "Cihâd", 88). Resûl-i Ekrem'in amcasının oğlu Nevfel b. Hâris mızrak ticaretiyle meşguldü ve Bedir Gazvesi'nde müslümanlara esir düştüğünde fidye olarak 1000 mızrak vermişti. Nevfel müslüman olduktan sonra Huneyn Gazvesi sırasında orduya 3000 mızrakla silâh desteği sağlamış ve bu duruma çok sevinen Hz. Peygamber ona, "Verdiğin mızraklara bakınca sanki müşriklerin bel kemiklerinin kırıldığını görür gibiyim" demiştir (İbn Sa'd, IV, 46-47). Benî Kurayza yahudilerinden alınan ganimetler arasında 2000 adet mızrak bulunduğu rivayet edilmektedir (a.g.e., II, 75). Resûl-i Ekrem'in, üçü Benî Kaynukā' kabilesi ganimetinden payına düşen olmak üzere beş uzun mızrağı ve üç harbesi vardı. Bu harbelerden devamlı elinde taşıdığı ve açık alanda (musallâ) namaz kıldırırken önüne dikerek sütre yaptığı bir tanesini (aneze) kendisine Zübeyr b. Avvâm, ona da Necâşî vermişti. Zübeyr'in bu harbeyi Uhud Gazvesi'nde öldürdüğü bir müşrikten ganimet olarak aldığı da rivayet edilir (İbn Şebbe, I, 140; Ali b. Muhammed el-Huzâî, s. 415).

Asr-ı saâdet'te savaş eğitimi içerisinde mızrağın ne zaman kullanılacağı belirlenmiştir. Hz. Peygamber Bedir'de askerlerine nasıl savaşacaklarını sormuş, içlerinden Âsım b. Sâbit şu cevabı vermiştir: "Kureyş bize 200 arşın veya buna yakın bir mesafeye kadar yaklaştığı zaman ok atarız. Kureyş bize taş atımı mesafesinde yaklaşınca taş atarız; mızrak erişecek kadar yakınımıza geldiklerinde kırılıncaya kadar mızraklarımızla savaşır, kırılınca da onu bırakıp kılıçlarımızı alırız." Bunun üzerine Resûlullah, "Harbin gereği budur; böyle çarpışılmasını uygun gördüm. Savaşan Âsım'ın söylediği gibi savaşsın" demiştir (İbn Hacer, II, 244-245). Yine Bedir Gazvesi'nde Hz. Peygamber orduya hitaben yaptığı konuşmada mızrağın kılıçtan önce, düşman iyice yaklaşınca kullanılacağını tekrar etmiştir. Daha sonraki dönemlerde düzenli orduların kurulmasıyla birlikte askerlerin diğer silâhların yanında özel mızrak eğitimi de yaptıkları görülmektedir. Bu eğitimler "vetra" adı verilen demir bir halkaya nişan alarak mızrağı içinden geçirmek suretiyle sabit ve avlarda yabani hayvanları kovalamak suretiyle hareketli hedefler üzerinde gerçekleştiriliyordu. Abbâsîler döneminde askerler halkın seyrine açık silâh tâlimlerinde ve saray çevresinde yapılan törenlerde bu alandaki hünerlerini gösterirlerdi. Kaynaklarda ayrıca savaşta mızrak kullanımına ilişkin birbirinden farklı Hicaz, İran ve Bizans eğitim usullerine dair açıklamalar bulunmaktadır. Arap toplumunda kılıç nasıl hayatın bir parçası halini almışsa şahıs ve yer isimleriyle özdeşleşmesinin açık biçimde gösterdiği gibi mızrak da asırlar boyu bir kahramanlık nişanesi olmuştur.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA