Ankara'da sinsi bir soru kafaları kurcalıyor. BM Güvenlik Konseyi'nin 1970 ve 1973 sayılı kararları ışığında uluslararası meşruiyet görüntüsüne büründürülen Libya operasyonu ile Türkiye'nin iç sorunları arasında bağ kurulmaya çalışılıyor. Samimi kaygı duyan kesimlerin de ötesine geçen bazı organize gruplar, Türkiye'nin bir gün BM'nin hedefi haline gelebileceğini öne sürüyor. Libya'daki diktatörün insanlık dışı uygulamaları ile ülkesine yaşattığı dramatik tablo baz alınıyor. Ve mesele - alakası olmadığı halde- Güneydoğu Anadolu zeminine indirgenmek isteniyor.
28 Nisan 2006'da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, silahlı çatışmalarda sivillerin korunması için harekete geçilmesini prensip kararına bağladı. Bir devletin kendi bireylerine dair sorumluluklarını yerine getirememesi halinde, bu egemenliğin uluslararası topluluğun sorumluluğu altına girdiği kabul edildi.
Libya lideri Muammer Kaddafi, kendi vatandaşlarından oluşan muhalifleri kurşuna dizdirdiği andan itibaren, egemenliğindeki halkına ilişkin sorumluluğunu dünya kamuoyu önünde ihlal etmiş oldu. Ve küresel çıkarcıların değirmenine su taşıdı. Ve BM'nin bu yeni misyonundan hareketle sözde Gönüllüler Koalisyonu, risklerini yeterince düşünmeden Libya'yı bölme pahasına bombardımana başladı.
Şimdi o sinsi soruya dönecek olursak...
"Libya'daki olaylarla, Türkiye'deki Kürt sorunu aynı kefede tartılabilir mi?"
Kürt sorununu demokratik çerçevede çözmek yerine, küresel platforma taşıyarak mesafe almayı amaç edinen çevreler bakımından bu sorunun yanıtı belli: "Neden olmasın?" Oysa gerçek durumun, bu çarpık muhakeme biçiminden üretilen tezlerle ilgisi bulunmuyor. Nitekim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Libya'ya asker gönderme tezkeresi öncesinde siyasi parti turlarına başladığında benzer sorularla karşılaştı. Aslına bakılırsa MHP camiasında da bu içerikte kuşkular mevcuttu. Gel gör ki Libya'daki gelişmelerle Türkiye'nin iç dinamiklerini ilintilendirmek mümkün değil. Kürt sorununun yakıcılığına rağmen belirtmek zorundayız ki Türkiye demokratik bir ülke. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalamış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargı yetkisini benimsemiş bir ülke. Uluslararası sistemin de "terörist" kabul ettiği örgütle hukuk sınırlarında mücadele veren bir ülke. İnsan hakları ihlallerine duyarlı, Meclis'ini alana odaklamış bir ülke. Dünyaya entegre, iletişim kanallarının açık olduğu bir ülke. Şeffaf seçimlerle yönetimlerin el değiştirebildiği bir ülke... Karşılaştırma yapmanın bile gereksiz olduğu iki ayrı ülkeden, iki ayrı olaydan bahsetmekteyiz. Lakin, "Yarın, BM koalisyon güçleri Kürt sorununu bahane edip bize de operasyon yapabilir" iddiasının bazı mahfillerde giderek taraftar bulması karşısında, Ankara'nın özellikli durumunun daha iyi anlatılması gerekecek gibi.