Cem Erman eski bir Yeşilçam emekçisiydi. Geçen hafta Adana'daki evinde ölü bulundu. Cenazesi morgda kaldı. Uzun süre... Almaya kimse gitmedi. En sonunda belediye işçileri ve eski karısı ile beraber toplam 14 kişi ile kaldırıldı cenazesi...
Sadece 14 kişi...
Allah kimseye böyle yalnız ölümler vermesin. Allah hiçbirimizi son nefesimizde vefasızlığın pençesinde böyle kıvrandırmasın.
Cenazenin kalkmasından bir gün sonra Adana Altın Koza Film Festivali Düzenleme Komitesi, bu yıl festivale Cem Erman'ı onurlandırmak ve adını yaşatmak için En İyi Erkek Oyuncu ödülünün onun adıyla verileceğini açıkladı.
Sevsinler sizin ödülünüzü de onurunuzu da... Yahu adam Adanalı'ydı. Cenazesi iki gün morgda bekledi. Gazeteler, ajanslar haber üstüne haber yaptı. Yok muydu Altın Koza Komitesi'nden cenazeyi alacak, tören düzenleyecek 5-10 kişi? Yok muydu bir eski Yeşilçam emekçisinin hiç olmazsa ahirete uğurlanacağı sırada emeğinin karşılığını verecek bir aç vicdanlı insan?
Boşuna değil bizde aksayan, rezalete dönüşen olayları betimlemek için 'festival' kelimesinin kullanılması. Mahallede kadınlar saç saça baş başa birbirine mi girdi? Kahvedekiler görmeyenlere hemen anlatmaya koyulur: "Kaçırdın festivali..."
Cem Erman ahir ömründe kim bilir kaç 'festival' kaçırdı? Kim bilir kaç kez Altın Koza'nın şatafatlı gala gecelerine katılmak istedi de onu hatırlayıp bir davetiye gönderen olmadı.
Kim bilir daha kaç Yeşilçam emekçisi evinde ya da kahvehanede bu yazıyı okurken gözyaşlarını içine içine akıtıyor. Kim bilir kaç yıldızı sönmüş aktör, aktris, rejisör, senarist evinde tek başına bir lokmaya muhtaç halde ölümü bekliyor. Kim bilir içlerinde kaçı, Cem Erman'ın cenazesini morgdan alan belediye işçilerinin fotoğrafını görmemek için gazeteyi tersinden katladı.
Cem Erman'ın rol aldığı Kemal Sunal filmleri ekranda dönüp duruyor.
Eğer her çağdaş ülkede olduğu gibi bizde de sinema emekçilerinin geriye dönük telif hakları korunsaydı, bu filmler televizyonda her gösterildiğinde Cem Erman gibilerin cebine 'kefen parası' girseydi, onları hatırlayacak, hal hatır soracak, haklarını takip edecek sinema dernekleri kurulsaydı, böyle mi olurdu?
Yeşilçam'a özgü en acı 'SON'ların filmlerde değil de, gerçek yaşamın o utanılası, o berbat ucuz otel odalarında, rejisörler değil de kaderin ta kendisi tarafından 'çekilmesini' daha ne kadar izleyeceğiz?
Belli ki bu sanatçılar bir olup kendi haklarını korumaktan acizler. Demek ki bu kez her şeyi devletten bekleyeceğiz. Öyleyse, yok mu devletin içinde bu filmleri mutlu sonla bitirecek birileri?