Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YEŞİM TABAK

Üzülmeyin, çaresi var!

Türk sineması 80'lerde Fransız sinemasına çok özenmişti. Ticaretten ziyade sanatla ilgilenen yönetmenlerimiz istemişti ki, büyük şehirlerimizde insanlar sergi açılışlarına gitsin, orada dayak yemek yerine flört etsin, karmaşık aşk ilişkilerini varoluşsal sorunlara dönüştürüp yaşasın; nasıl desem, böyle kadınlı-erkekli, adeta Fransızmışız gibi yaşayalım. Tutmadı tabii; halkımız da eleştirmenlerimiz de 'yemedi'. Zaten o filmleri çekenler de yeterince inanmamıştı anlattıklarına. Türk yönetmenler ne zaman (90'larda) gerçeklerden bahsetmeye başladı, sinemamız yükselişe geçti; sahici oldu; ödüller ve uluslararası başarı geldi. (Kutluğ Ataman'ın Perihan Mağden'in romanından uyarladığı İki Genç Kız, sanat ortamlarında dahi es geçildi nedense...) O gerçek de, bilmiyorum söylemeye gerek var mı, burasının katıksız bir erkek cumhuriyeti olduğu. Diyeceksiniz ki, "Dünyanın her yeri böyle,". Haklısınız. Ama genel bir eşitsizlikten veya cinsiyetlerarası (gayet) doğal çatışmadan başka bir şeyi kast ediyorum. Kadınlarla iletişim kurmanın büyük oranda 'reddedildiği' topraklardayız. Ben söylemiyorum, Türk filmleri söylüyor. Erkeklerimiz zor durumda; çaresiz. Ayakta ve hayatta kalabilmek için tek seçenekleri var: Hemcinsleriyle, kadınların ('şeytani numara'larla) bozmasına izin vermeyecekleri kutsal bir birlik oluşturmak. Kaybedenler Kulübü, Barda'daki tecavüzcüler kulübü, kurtlar kulübü, çaresizler kulübü... Kulübün içeriği, saldırganlık düzeyi sosyal sınıfa, eğitim seviyesine göre değişiyor. Böyle bir oluşumun dışında kalan, bu ülkede 'kişi' olarak var olmak mümkünmüş gibi davranan yalnız kalıyor; Issız Adam, çok Uzak'taki adam veya Yumurta/Süt/Bal döngüsünden çıkamayan adam oluyor. O yüzden, kulüp şart. (Başka örnekler de var tabii; affınıza sığınarak 'genelliyorum'.) Seyfi Teoman'ın Barış Bıçakçı'nın romanından uyarladığı Bizim Büyük Çaresizliğimiz'in -kadın düşmanı olduğu söylenemeyecek- kahramanları Ender (Fatih Al) ve Çetin (İlker Aksum) de, iki kişilik naif bir kulüp kurmuş. Bu sıkı dostlar, hayatlarında ilk defa aynı evde yaşama mutluluğuna ermişken, evi yakın bir arkadaşlarının (Baki Davrak) kız kardeşi Nihal'le (Güneş Sayın) paylaşmak durumunda kalıyorlar. Ve çaresizlik başlıyor. 'Düzen' bozuluyor. Kız kimin olacak? Zor bir soru. Eğer bir barda filan konuşlanmış ya da ne bileyim, eğitim seviyesi daha düşük, pardon 'yeterince erkek' olsalardı (Halk arasında 'delikanlı' mı deniyordu?), tecavüz edip öldürmek, başka erkeklerle birlikte olduğu için "O...uuu!" demek gibi yöntemlerle bu sorundan kolayca kurtulabilirlerdi. Ama bunlar iyi çocuklar. O nedenle sadece ve sessizce eski düzenlerini devam ettirmeye, işleri karıştırmayıp birbirleriyle olan aşklarını sürdürmeye karar veriyorlar.

KELEBEK DEĞİLİZ, KİTAP DEĞİLİZ
Zamanla Nihal'in varlığından mutlu olsalar bile, onu çeşitli yöntemlerle gerçek anlamda 'görmeyi' reddetmenin yöntemlerini buluyorlar. Önce 'bacı', sonra hoş ve fakat anlaşılmaz bir uzaylı muamelesi etmek suretiyle. Bir noktada Nihal'den haklı olarak şöyle bir açıklama geliyor: "Gizemli buluyorsunuz kadınları. Gizem falan yok aslında. Biz de sizin gibiyiz. Kelebek değiliz, kitap değiliz. Kelebek değiliz." Sevgili Ender ve Çetin, çaresiz değilsiniz. Nihal'le iletişim kurun, biliyorum çok zor ama kendinizi onun yerine koymayı 'en azından' deneyin. (Birbirinize olan aşkınız yüzünden Avrupalı eleştirmenler sizi 'gay' zannediyor.) Yumurta'nın Yusuf'u (Nejat İşler), sen de çaresiz değilsin. Bir akşam sahaf dükkanına alımlı bir kadın (Tülin Özen) kitap almak için geliyorsa, 'senlen' oynamaya çalıştığını sanma, başını önüne eğme, hoş bir espri yapıver; 'insanlık namına!' güzel bir an yaşamış olun ve dava böylece kapansın. Çünkü "Benim o taraklarda bezim yok," mesajı vererek taciz ediyorsun o kadını. Affedersiniz boş konuşuyorum; kime anlatıyorum? 'Kadınsal' trajedilerden bahseden Saatler'den çıkarken (hem de!) film eleştirmeni bir arkadaşım şöyle demişti: "Bu ne? Anlamadım. Annem de, teyzem de, kız arkadaşım da böyle değil." Dostum, inan bana 'öyle'ler. Sadece, 'anlamazdan gelmek' işine geliyor. Adeta bitmeyen bir Grup Vitamin şarkısının içindeyiz: "Türkçe konuş anlamıyom, çok gücüme gidiyon..." Not: 80'lerin en sahici filmlerine imza atmış olan Atıf Yılmaz'ın toprağı bol olsun. (Atıf Bey, sizi seviyorum.)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA