Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YÜKSEL AYTUĞ

Bir felaketzede nasıl davranmalı?

Bu kez kamera karşısında bir "felaketzede", bir "görgü tanığı" olarak bulunuyordum. En zoru buymuş...

ZAMAN zaman bu köşede haberci meslektaşlarımızın felaketzedelerin burnuna mikrofon uzatıp, gözlerine kamera ışığını yaslamalarını eleştiren yazılar kaleme almıştım. Tabii, muhabirin görevinin o anda "haber vermek" olduğu gerçeğini de göz ardı etmeden...

FLAŞLAR PATLARKEN
Salı gecesi G-Mall cehenneminden kurtarıldığım anda ilk gördüğüm, gözümün bebeğinde çakan flaşlar ve kamera ışıklarıydı. O anda nefes almakta zorlanıyordum. Oksijene ihtiyacım vardı. Beni itfaiye erinin elinden bir haberci teslim aldı. Ambulansa götürecek sandım, "Olayı anlatır mısınız Yüksel Bey?" dedi. İki kelime söyleyip, öksürüklere boğuldum. O anda aklımdan milyon tane şey geçiyordu. "Eğer canlı yayınsa, uzaktaki annem babam beni perişan halde görmemeli. Soğukkanlı görünmeliyim, öyle davranmalıyım" diye düşündüm önce... Sonra içeride kurtarılmayı bekleyen insanlar olduğunu hatırladım. "Arkamda yüz kişi daha vardı, onlara ulaşılması lazım" dedim.

İÇİMDEKİ HABERCİ
Ardından, haberci duygularım ağır bastı. Oksijen bekleyebilirdi. Bütün medya mensubu arkadaşlarımın detaylı sorularını birer birer yanıtlamaya, içeride yaşananlar hakkında detaylı bilgi vermeye çalıştım. Ama soruların sonu gelmiyordu bir türlü. Bu arada beni kolumdan tutup, caddenin ortasına getirdiler. Orada soru soruyorlardı. Ben geçiş yapan itfaiye araçları ve ambulansları engellediğimizi fark ettim. "Ne olur, şöyle kenara gelelim arkadaşlar" diye meslektaşlarımı uyarmak zorunda kaldım. İçeriden cep telefonuyla irtibat kurduğum ve itfaiye görevlilerini 5. salona yönlendirerek kurtulmamızda önemli rol oynayan bir televizyoncu arkadaşım, durumumun giderek kötüleştiğini fark etmiş olacak ki, "Lütfen müsaade edin, ambulansa gitmesi lazım" dedi. Ama sağ olsunlar, haberci dostlarımızdan kimse aldırmadı. Beni yine çekiştirip, kameraların ortasına getirdiler. Anlattım, anlattım...

"NEREDESİN YAHU?"
Bu arada televizyonda beni izleyen Genel Yayın Yönetmenimiz Ergun Babahan, yazıişleri toplantı odasında küplere biniyormuş. "Söyleyin, televizyonlara konuşacağına gelip, haberi yazsın" diyormuş. Ama oradan kurtulmam mümkün değildi ki... Üstelik otomobilimi teslim ettiğim park görevlilerini de bulamıyordum. Taksi zaten hak getire... Burnuma dayanan mikrofonlar, teypler arasında kaybolmuşum. Cep telefonum bloke olduğu için o anda bana ulaşmaları da mümkün değil. Görevliler bana ambulansta iki nefes oksijen verdikten sonra, birkaç arkadaşın da yardımıyla arabamı buldum ve gazeteye gittim. "Geçmiş olsun"dan önce "Neredeydin?" soruları ve sonra elimin yüzümün isiyle, dumanıyla yazılan birinci sayfa yazısı...

ELLER YÜREKTE OLSUN
O gece ve takip eden günde meslektaşlarımın neredeyse tüm taleplerini yerine getirdim. Sabahın 07.00'sindeki telefon bağlantıları da dahil olmak üzere, yardım isteyen tüm dostlarımın gönlünü yaptım. Haberci meslektaşlarımı suçlayacak değilim. Onlar da "haber ve görev" derdindeydiler. Ben de bir haberci olarak elimden geldiğince G-Mall'ın önünde hepsine birden yardımcı olmaya çalıştım. Pek çok kameraman arkadaşımız da diğer salonlarda kamera ışıklarıyla insanların kurtulmalarına yardımcı olmuş, bunu da takdirle karşıladım. Ama meslektaşlarımın unutmamaları gereken bir şey var. Felaket anlarında can derdine düşmüşken, burnuna mikrofon dayanan herkes "haberci" olmayabilir. Bir elimizle mikrofonu tutarken, diğer elimiz hep yüreğimizin üzerinde olsun.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA