ALT TABAKA İLE ÜST KATTAKİLERİN NİYETİ AYNI DEĞİL
-Hizmet hareketi denince bizler neyi anlamalıyız?
"Hizmet" dediğimde piramidin ilk üç katında yer alanların yaptıkları faaliyetleri kastediyorum. Bunlar, gerçekten Dinî, Ahlâki bir eğitim hizmeti vermektedirler. Yukarıdaki son üç kat ise bu ilk üç katın oluşturduğu toplumsal kabul ve değeri kendi "Örgütsel" hedeflerini gerçekleştirmek için kullanmaktadırlar. Yani, alttakilerin niyeti ile üsttekilerin niyeti aynı değil. Bu büyük zıtlığı kamufle eden ve görünmemesini, anlaşılmamasını sağlayan figür ise Hocaefendi'dir. İşte bu iki zıt durumu birden temsil ettiği içindir ki ciddi çelişkiler sergilemekten kurtulamıyor. "Bu ne, bu ne" diye insanı hayrette bırakan halleri, sözleri ve davranışlarının nedeni bu zıtları temsilden kaynaklanmaktadır.
Bu arada şunu da belirtmeliyim, ben aidiyet olarak hep zemin kata, halka mensup oldum ama beşinci kata kadar da yükselme imkânı buldum. Hazır bu kat meselesine girmişken bir hususu daha açıklığa kavuşturmakta yarar görüyorum. Beşinci kat, yurtiçi ve yurtdışı tüm hizmetlerin yürütüldüğü konuşulduğu ana meclisi oluştururdu. Hizmetin her meselesi burada ele alınır, müzakere edilir, karara bağlanır ve uygulama startı verilirdi. Altıncı kat ise, sadece Hocaefendinin bildiği ve takip ettiği "hayati hizmetlerin" yürütüldüğü kattı. Tabiri caiz ise Bakanlar Kurulu veya Milli Güvenlik Kurulu gibi bir kattı. Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunların failleri ve yürütücüleri bu katın mensuplarıdır. Bunlar da beşinci katın abileridir.
Bu mukaddime ve kavramsal girişten sonra, asıl konuya geçebilirim. Ancak ben yine yüksek hoşgörülerinize sığınarak, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağına inandığım bir arka plandan bahsetmek istiyorum.
-Nasıl oluyor da ülkemizde bu tür faaliyetler bu kadar taban ve destek buluyor?
Bence asıl görmemiz geren nokta burasıdır. Çünkü bu nokta, ülkemizin geleceğini de yakından ilgilendiriyor. Cumhuriyet'in kurucu kadrosu çok önemli bir hususu gözden kaçırdı. O da bu topraklarda yaşayan insanların bin yıldan fazla bir dini geçmişi ve Müslüman kimliğinin olması gerçeği idi. Bu kimliği birden bire yok saymak veya yok edileceğini düşünmek, tıpkı bir fabrikada seri üretim yapıyor gibi toplumu modernleştirmeye kalkışmak son derece yanlıştı. Az sayıdaki elit tabaka hariç, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkenin büyük bir kısmında "Din elden gidiyor" algısı oluştu. Din elden gidiyorsa bu dine sahip çıkıp onun elden gitmemesini sağlayacak dini liderler mutlaka çıkacaktır. Siz böyle bir boşluk ve talep oluşturursanız bu boşluğu mutlaka birileri doldurur ve bu talebe arz eden de bulunur. Hele de bu toplumun kültürel belleğinde "Mehdi", "Mesih", "Müceddit" ve "Asrın İmamı" vs. gibi pek çok kurtarıcı figür varsa... Bu ünvan ile ortaya atılan herkesin oldukça büyük destek ve taraftar bulması kaçınılmazdır. Nitekim karşı karşıya olduğumuz durum tam da budur.
BİR HİÇ İKEN KUTSAL BİR DAVANIN NEFERİ OLDUK
-Siz nasıl bir davet karşılığında cemaate katıldınız?
Benim gibi bir Anadolu köylüsü, kendisini dışlanmış hisseden önemsiz gören biri, birden bire "dini kurtarma davasına gönüllü olma" gibi bir davet alırsa, bu davete hayır deme şansı yoktur. Nitekim ben de diyemedim. İşte toplumun bir kurtarıcı beklediği yıllarda Bediüzzamanlar, Süleyman Hilmi Tunahanlar gibi dini önderler bu beklentileri karşılayıp önemli bir altyapı kurdular. Tam da Hocaefendi gibi yeteneklerin, hatiplerin değerlendireceği, istedikleri gibi ekip biçebilecekleri bir zemin... Hocaefendi bu zeminden en iyi mahsulü kaldırmaya soyundu ve bunu da fevkalade başardı. İnsanlara; "Ey insanlar, gelin, sizi ümit ettiğiniz yere götürecek kurtarıcı benim, binin benim gemime sizi Hz. Muhammed limanına taşıyacağım. Acele edin vaktimiz dardır", diye cami kürsülerinden 1970'lerde seslenmeye başladığında benim gibi Anadolu'nun gençleri koşarak gitti ve "Emret hocam hizmetindeyiz" dedi. Önce bu tarihsel koşulu görmemiz gerekir. Yoksa durup dururken insanlar bu dini cemaatlere katılıp onların peşinden gitmiyorlar. Orada büyük bir manevi değer ve anlam buldukları gibi, kendileri de aynı anda bir anlam ve değer kazanıyorlar. Bir hiç iken, birden bire kutsal bir davanın büyük bir eri haline geliyorlar. Bu azımsanacak ve kaçırılacak bir paye değildir.
Biz de kaçırmadık...