Abdulaziz KARAKUŞ / SABAH.COM.TR
Öğüt, seçim dönemlerinde yaşanan toplumsal gerginlikleri ve hizipleşmelerin topluma nasıl yansıdığını da, milliyetçiliğin zaman zaman ayrışmaya nasıl sebep olduğunu da anlattı.
Sohbetimize toplumdaki bu gerginliğin sebebini sorarak başlamak istiyorum. Son zamanlarda insanımız üzerinde bir gerginlik görüyorum. Öyle bir gerginlik ki bazı sosyalist arkadaşlarım fırsat bulsalar buralardan kaçıp gitmeyi düşünür hale geldiler. Yaşam tarzlarına müdahale edildiğini düşünüyorlar. Eskiden biz toplum olarak birbirimize karşı daha mı anlayışlıydık? Daha önceki hükümetler daha mı demokratlardı da şimdi bazı kesimler 'Türkiye tarihinde bu kadar baskı görmedi' diyorlar? Gruplar arasındaki hizipleşmeler neden bu kadar keskinleşti? Biri diğerini neden bu kadar tehlikeli görüyor?
Ben bu zamana kadar birbirimize karşı anlayışlı olduğumuzu düşünmüyorum. Çok eskiden beri cemiyetimizde müthiş bir çatışma ve ayrışma vardı. Biz cemiyet olarak -hadi ulus olarak diyelim-zaten parçalanmış durumdaydık. Parçalanmışlıktan kastım ideolojik mahallelerde fragmante ve izole hayatlar yaşıyor olmamızdır. Çatışma her siyasi cemiyet için tabii bir durumdur. Ama bizdeki cari çatışma, mesela Avrupa ülkelerinde yaşananlardan çok daha büyük, çok daha sert. Neredeyse birbirimize selam veremez hale gelmiştik. Uzun zamandan beri böyleydi. Belki bazı gri alanlardan bahsedebilirsiniz: Adam Türk milliyetçisi, Kürtlere hiç tahammülü yok, ama Kürt arkadaşı olabiliyor.
Bu nasıl oluyordu?
Kürt arkadaşı oluyor ama yanında tek kelime Kürtçe konuşamıyordu. Kürt davası hakkında bir şey söyleyemiyordu. Kürt kürtlüğünü izhar ve temsil etmediği sürece Kürt ırkçısı birisi onunla arkadaşlık edebiliyordu. Fakat aksi bir durum ortaya çıkarsa aynı sınıfta ders almaları bile mümkün olmuyordu. Bu yüzden Türk milliyetçisinin Kürtlerle arkadaş olduğu durumları gri alan olarak tavsif etsek de aslında ortada pek bir gri alan olmadığını söylemek zorundayız.
Peki bu zamana kadar var olduğunu söylediğiniz bu sert çatışma nasıl gün yüzüne çıktı? Ne oldu? Ülkede ne değişti?
Şimdi ona geleceğim. Şu anda insanlar arasında bir devrim isteği yayılıyor. Bahsettiğiniz rahatsız olan gruplar 'ah bir devrim olsa da kurtulsak' diye bekliyorlar. Ben devrimden İslam adına yapılsa bile katiyen hoşlanmam. Biz ıslah deriz, yenilenme deriz ama devrim demeyiz. Çünkü devrim süreçleri her zaman kanlı olmuştur. Asıl konuya gelecek olursam. Devrim istekleri her zaman demokrasinin genişlediği, cemiyette rahatlamanın yaşandığı dönemlerde ortaya çıkar. Bu dönemlerde daha önceki militarist yapının etkisiyle baskılanan gruplar, cemaatler (sadece dini olanlardan değil seküler olanlardan da bahsediyorum) özgürce konuşamamış, kendilerini ifade edecek ortamlar bulamamışlardır. İşte bu grupların içlerinde biriktirdikleri öfkeler, özgürlükler genişlemeye başladığında ortaya çıkar. Adeta bir patlama yaşarlar.
Evet. En net örneği de Kürt sorunudur. 90'larda 'Kürt sorunu' diye bir şeyi bile telaffuz edemiyorduk. 'PKK sorunu' deniyordu, 'terör' deniliyordu. Şimdi 'Kürt sorunu' başlığı altında Kürtlerin hak ve özgürlüklerini konuşuyor, barış sürecini tesis etmeye çalışıyoruz. Fakat dikkat edin; baskının olduğu o dönemlerde Kürtler siyasi olarak bu kadar veryansın etmiyorlardı. Ne zaman ki Andımız kaldırıldı, Kürtçe tedrisat başladı, üniversitelerde Kürdoloji enstitüleri açıldı, TRT Şeş kuruldu, o zaman eleştiriler daha da sertleşti. KCK operasyonları yapıldığında mahkûmlar Kürtçe savunma yapmak istediler ve bu talepleri yerine getirildi. Normalde Avrupa Birliği standartlarında kural şudur; kişi devletin resmi dilini biliyorsa başka dilde savunma yaptırılmaz. AK Parti hükümeti burada AB standartlarının üzerinde bir karara imza attı. Bugün bir Kürtle konuştuğumda 15 yıl öncesinden daha dertli.
İşte bu durum, Gezi süreci ve bugünlerde Berkin'in ölümüyle başlayan sokak hareketleri, vandallık olsa bile, hükümetlerin hukuki olarak özgürlükleri artırmasından kaynaklanıyor. Bugün hakikaten otoriter bir idare olsaydı, Atatürk'ün hukuku askıya alarak ihdas ettiği 'Takrir-i Sükun' gibi olağanüstü hal uygulamaları hayata geçirilir ve neticede Türk Solu dergisi de bırakın 'Tayyip'i idam etmek şart' diye manşet atmayı, başbakanın adını bile ağızlarına alamazdı.
Tek sebep olarak özgürlüklerin genişlemesini gösterebilir miyiz?
Tek sebep bu değil. Bugün ülkede en çok isyan eden Kürtler değil, dindarlar da değil. Fakat sosyolojik açıdan en çok bu iki grubun isyan etmesi gerekiyor.
Neden?
Çünkü bu ülkede yıllarca Kürtler ve dindarlar baskı altına alındı. Mesela Kürtler ne olmadı ki diyorlar. Hatta Kürt Cumhurbaşkanı bile oldu diyorlar. Ben de Sırrı Süreyya gibi şunu söylüyorum; Kürtler her şey oldu ama Kürt olamadılar. Dindarlar için de aynı şey geçerli. Başörtüyle okula girmedikten sonra, namazını sadece evde kıldıktan sonra, camide devletin gönderdiğim hutbeyi okuduktan sonra istedikleri yere gelebilirler. Peki o zaman geriye Müslümanlık adına ne kalır? Türkiye'de Kemalistler için sınırsız bir özgürlük alanı varken Müslüman ve Kürt temsiliyetle var olanlar için de sınırsız bir tahakküm vardı. Yine de bu kadar baskıya rağmen şu an en sağduyulu olanlar Kürtler ve dindarlar.
Bu kargaşa ortamında ayaklanan Kürtler karlı çıkmazlar mı?
Hayır. Çünkü bir barış süreci var. Kürtlerin de hükümetin de karşılıklı olarak buna ihtiyacı var. Ben solcu arkadaşlarıma da şunu söylüyorum; Hükümeti her konuda yerden yere vurun; ama şu barış konusunda sesinizi çıkarmayın; hakkını verin, destekleyin. Barış tam olarak tesis edilene kadar Allah rızası için sokak olaylarından medet ummayın. Ben artık tek bir kişinin burnunun kanamasına tahammül edemem. 30 senelik bir savaşı, bir asırlık bir sorunu bitirmek olan bir hükümeti devirmek için kırk takla atan, paralel yapıya dolaylı ya da dolaysız olarak destek veren, ortamı karıştıran sözde anti-Kemalist akademisyenler, siyasetçiler, yazar çizer takımı... Yarın bir damla kan aktığında en büyük sorumlu onlar olacaklardır.
Şimdi gelelim cemiyetteki bu patlamanın sebebine. Özellikle milliyetçi ve Kemalist ya da sol kesim hükümete karşı olan rahatsızlığını sadece vandallığa tahvil ediyor. Onların en temel problemi şu: Uzun zamandır bir hükümet var. En son 60 sene önce bir hükümet 10 yıl iktidarda kalabilmiş. Bu hükümet ise her genel seçimde oyunu artırarak devam etmiş. Başından beri Doğan medyası bir hava yarattı. 'Bunlar şeriat getirecek' diye bir hava oluşturdular. Bu tutmayınca CHP 'bunlar otoriter' dedi; sonra da paraleller 'bunlar hırsız' demeye başladılar. Ve en sonunda paralel yapıyla Kemalistler ittifak edip 'otoriter hırsız' türküleri söylemeye başladılar.
Hava yaratmaya çalışan gruplar hep dışarıdan birileriydi. Şimdi hırsızlık ve otoriterlik üzerinden ortamı germeye çalışan Cemaat. Bunu nereye koyacağız?
Artık anladık ki Türkiye'deki en kusursuz Kemalist failler, mahut Siyonist vaizi başta olmak üzere bu Cemaat mensuplarıymış. Bir Kemalist hükümeti nasıl itham ederse, aynısını onlar yapıyorlar: Uluslararası camiada hükümeti El-Kaide gibi terör gruplarına destek vermekle itham ediyor. Today's Zaman'a baktığımızda hep bu söylem üzerinden hükümeti batıya şikâyet etme söz konusu.
Kendinden olmayanı, daha doğrusu kendilerine boyun eğmeyen, dik duran birisini bu şekilde yaftalamaları gayet doğal değil mi? Asıl mesele muhalif gruplar, somut olarak bir şey görmedikleri halde nasıl oluyor da bu yaftalamalar üzerinden hükümete karşı "devrim - darbe" yapma düşüncesi içine giriyor?
Şimdi oraya geleyim. Hükümet hakkında ne iftira atılırsa atılsın, bunu derhal yemeye hazır bir kitle var: Ulusalcısı, milliyetçisi, solcusu; ben bunların hepsini Kemalist olarak adlandırıyorum. Bütün bu Kemalistlerin sorununu psikanalitik bir sorun olarak görüyorum. Şayet Türkiye'de Kürtlerin ve dindarların Kemalizm'e olan düşmanlıklarını anlamak istiyorsanız sosyolojiye ihtiyacınız var.
Neden sosyoloji?
Çünkü sosyolojik bir vaka yaşanmış. Bu insanların dilini yasaklamışlar, köyünü yakmışlar, başörtüsünü yasaklamışlar… Onlarca hikâye var böyle… Bunun için sosyolojiye ihtiyacımız var.
Bununla beraber, Kemalistlerin dindarlara olan öfkesini anlamak için ise Psikanalize ihtiyacımız var. Çünkü dindarların Kemalistlere yaptıkları somut bir baskı olmamasına rağmen, Kemalistler sanki çok büyük bir baskı varmış gibi dindarlara öfke duyuyorlar. Soruyoruz abi bu dindarlar size ne yaptı? Taksicisinden esnafına, akademisyeninden patronuna kadar herkese soruyoruz; ne yaptılar size? Hayat tarzınıza nasıl müdahale ettiler? Bir şey diyemiyorlar: İçki yasağı falan diye geveliyorlar. Diyoruz ki: 'O yaptıkları düzenlemenin Avrupa'daki düzenlemelerden daha esnek olduğunu biliyor musunuz? Avrupa'da öyle yerler var ki saat 18:00'den sonra içki satılmıyor. Türkiye'de bu yasakları ilk önce AK Parti değil, CHP belediyesi olan Kadıköy yaptı.' Cevap verecekler mi diye bekliyoruz ama nafile. Sadece susuyorlar. Ne yaptılar diyoruz; bikiniyi mi yasakladılar? Barları mı kapattılar? Diskolar mı kapatıldı? Başörtüsüz sokağa çıkamaz hale mi geldiniz? Ne oldu? İşte somut bir cevap yok. Bazısı Erdoğan'ın Kürtaj tavrını dile getiriyor hayat tarzına müdahale adı altında. Diyoruz ki: Yahu kürtaj dedi de kürtajı mı yasakladı. Kaldı ki kürtajı bir tek İslamcılar mı tenkit ediyorlar. Bütün Batılı ülkelerde bu mesele yok mu? Gene cevap yok.
Peki bunu CHP yapsaydı bu kadar tedirgin olurlar mıydı?
Bakın işte sorun burada. Ben direk kendimden misal vereyim. Ben 'Tecavüzcüyü Anlamak Lazım' diye bir yaz yazdım. Diyorum ki yazıda, siz de benim gibi tecavüzcüye ağız dolusu küfür ederek yüreğinizi rahatlatıyorsanız bu çözüm değil. Bu bir tür mastürbasyon gibidir. Küfür ettin bitti. Tecavüzü engellemek istiyorsanız burada hukuk da yetmez. Türkiye'de hukuk da yok zaten, o ayrı. Caydırıcı bir ceza yok. İnsan masumiyetinin, hakkının, canının hiçbir değeri yok. Bundan sonra ne yapmak lazım? Tecavüzcüyü anlamak lazım diyorum, empati kurmaktan, ona karşı anlayışlı, toleranslı olmaktan bahsetmiyorum. Neden bu adam tecavüz ediyor? Buna bu zalim işi yaptıran nedir? Bir çocuk nasıl tecavüzcü oluyor? Rakel Dink'in dediği gibi; Bir bebekten nasıl katil yaratılır? Bunların ekseriyeti 'hasta' değil 'normal' insanlar. Sırf bu sorgulamayı yaptım diye birçok sosyal mecrada hakkımda; "Bu adam kadınların dekolte giymesini istemiyor" minvalinde yazılar yazıldı. Yazının içinde bir tane dekolte geçmiyor, mini etek geçmiyor. İkinci yazımda da diyorum ki "Bir kadın çırılçıplak olsa dahi tecavüzü hak etmez." Buna rağmen ikinci yazımı görüp de bana tecavüz edilmesini salık verenler de dahil olmak üzere sosyal medyada hakkımda yazdıkları çirkin ifadeleri düzelten tek bir kişi de çıkmadı.Peki bir bebek nasıl tecavüzcü oluyor?
Ben araştırmaya başladığımda tecavüzün sebebini 'anomi' dediğimiz bir durum olarak görüyorum. Hukuk ve ahlak çözülmüş, parçalanmış halde. Her mânâda böyle. 'Hayat tarzımız tehdit altında' diyorlar ya; asıl hayatımız tehlike altında. Sokağa çıktığı zaman kendini emniyette hisseden biri var mı şimdi? Herkes kafayı yemiş vaziyette. Sürücüler en ufak bir şeyde birbirlerini boğazlıyorlar, adamlar omuz attı diye geçenlerde bir çocuğu öldürdüler. Bingöl'de küçük bir kız çocuğuna 4 subay tecavüz etti. Nitekim dünyada da küresel bir anomi var. Fakat bizde çok daha fazla. İşte biz tecavüzü mümkün kılan şartları yok etmek lazım dediğimizde, daha sözümüzü bitirmeden mini etekli kadınlara tecavüzü meşrulaştırıyor bu yobaz diye haykırmaya başlayan Kemalistlerle dolu bir ülkede yaşıyoruz. Bu, dibine kadar ırkçı bir bakıştır. Ve bu ırkçı bakısın tek nesnesi Müslümanlar ya da Kürtler değil; siyasi partiler bile bu bakıştan nasiplerini alırlar kimi zaman.
Diğer ırkçılık şekillerini biliyorduk da parti ırkçılığı nasıl oluyor?
Parti ırkçılığı olur mu? Olur. İşin zaten psikanalitik kısmı da burada devreye girer. Kişi ırkçılığı şuurdan önce şuur-dışında inşa eder. Bu ırkçı Kemalist kitleyi de anlamak istiyorsanız, sosyoloji yetmez psikanaliz lazımdır: Herkes önce iç bir daire inşa eder, hepimiz için geçerlidir bu. İlk önce hepimiz 'Ben' diyerek yola çıkarız. Ben içtir; öteki ise dıştır. Sonra da Ben'in yanına birilerini koymaya başlar, Biz'i tesis ederiz. Bu aile olur, sülale olur, aşiret olur, ulus olur, kimine göre ümmet olur kimine göre de insanlık olur; bu senin ideolojine bağlıdır. 'Ben'den 'Biz'e geçtiğimizde de haricî ötekilere ihtiyaç duyarız. 'Biz'in olduğu yerde illaki bir de 'Siz' vardır. Milliyetçiliğin en büyük derdi o ulus dediği hayali cemaati ulus haline getiren Şey'in ne olduğunu izah etmektir. Lakin henüz izah edememiştir. Zira ulus baştan sona fantazmatik bir cemaattir. Türk ulusunu Türk ulusu yapan nedir? Filanca ideolojiye sahip olmak mı? Filanca şekilde konuşmak mı? Filanca şekilde giyinmek mi? Filanca müziği dinlemek mi? Nedir? Bunu milliyetçiler de bilmiyorlar. O işte Şey'dir; fanteziye tahvil edilmiş, hiçbir zaman simgeselleştirelemeyecek, hiçbir zaman dile dökülüp temsil edilemeyecek muhayyel bir nesnedir. Ve bu yüzden gerçekte hiçbir karşılığı yoktur.
Yani olmayan bir şey üzerinden mi kendilerini var ediyorlar?
Evet. Bakın milliyetçiliğin tatlı bir yanı vardır. Nazizm'de biz bunu görüyoruz. Ahenktir. Dayanışmadır. Yani artık hepimiz birimiz hepimiz içindir. Maçlar da o yüzden çok keyiflidir. Yeter ki oradaki üst kimliği herkes kabul etsin. Galatasaray maçını düşünün mesela, eminim o kol kola gol sevinci içerisinde olan gruptan birisi PKK'lıdır, biri ülkücüdür yanındaki Kemalist'tir bir diğeri de İslamcıdır. Bütün kimlikler burada eriyor işte. Normalde bunlar birbirlerini gırtlayacak adamlar. Tabi orada o kimliklerini izhar etmiyorlar. Bu durumun keyif veren tarafı, hepsinin tek bir beden içinde eriyebilmesidir. Buna vecd hali de diyebiliriz. Kendinin dışına çıkıp büyük bir cemaatin içinde erimek. 'Fenâ fil cemaat' yani. Yekvücut olma durumu, ötekide kaybolma hali. Bu harika his. İnsanları coşturur. Düşünsene kendinden geçiyorsun. Sen sen değilsin, bir değil bin ben var senden içeri.'Keyif'ten kastınız nedir?
Modern öncesi dönemde insanlar ya felsefi-etik bir ideal ya da dini bir ideal etrafında içtima ediyorlardı. Fakat modern dönemde -bilhassa şu tek kutuplu dünyaya gittiğimiz zamanlarda- eski kanonik (doktirinize edilmiş) ideolojiler kalmadı. Geriye sadece 'keyif' kaldı. Daha sarih bir ifadeyle; bizi biz yapan nedir? Diye sorduğunuzda Kemalistler; 'ahlakımız, adalet nosyonumuz, zulme karşı olan mücadelemiz'dir bizi biz yapan diyemiyorlar. Peki ne diyorlar? 'Hayat tarzımız'. Hayat tarzı, bir tür keyif tarzıdır. İçki içme, mini etek giyme, diskoda eğlenme, vs… Sadece bu fiiler üzerinden failleşen, bütün bir cemaatini bu keyiflerle keyiflenenler olarak tarif eden, bütün bir ideolojisini bu keyiflere irca eden insanlarla dolu bu ülke. Dünyadaki solcuların derdi Kapitalizmdi, anarşistlerin devletti, kozmopolitanistlerin milliyetçilikti, feministlerin ataerkil düzendi, çevrecilerin endüstri ve teknolojiydi, vs. Kemalistlerin ise içki ve mini etek ya da kısaca hayat tarzı. Trajikomik. Bakın; 1994'te Tayyip Erdoğan belediye başkanı olmadan önce çıktığı her TV programında kendisine ısrarla şu üç soru soruluyordu; 1- Genelevleri kapatacak mısınız? 2- Meyhaneleri kapatacak mısınız? 3- Taksim'e cami yapacak mısınız? Türkiye'de hâlâ bunların kavgası veriliyor. Adam hayatı boyunca geneleve gitmeyecek ama orası açık kalmak zorunda. Onun kapatılma ihtimalini bile kendi hayat tarzına müdahale olarak görüyor. Hayat tarzı, onun yegâne ideolojisi oluyor; ideolojisi kimliği haline geliyor; o da dünyadaki varoluş sebebi ve hayatî performansları olup çıkıyor.
Yani ideolojilerini yedikleri içtikleri giydikleri üzerine kuran bir kitleden mi bahsediyorsunuz?
Vallahi başka bir şey göremiyoruz. Bunu sadece Kemalistler için söylemiyorum. Hitlere gidin Almanı Alman yapan şey neydi diye sorun, size Alman halk danslarını, Alman düğünlerini, Alman birasını anlatacaktır. Başka ne anlatsın ki? Yok başka bir şey.
Müslümanlar için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Söyleyemeyiz. Çünkü Müslümanlar keyfin etrafında örgütlenen insanlar değil ki. Biz ahlakın, vahyin hükümlerin, etrafında toplanırız. Aynı şeyi Kürtler için de söyleyebiliriz. Kürtler, Kürt hayat tarzı, Kürt giyim tarzı vb. şeyler etrafında toplanmadılar. Onları birleştiren milliyetçiliğe, kapitalizme, kolonyalizme, Kemalizm'e olan isyanlarıydı. Düne kadar ahlaki prensipler etrafında toplandılar. Bugünse yavaş yavaş milliyetçilik etrafında toplanmaya başlıyorlar. Kürt gençlerine bakıyorum düne kadar ahlaki prensipler etrafında toplanırlarken şimdi Kürtlük üzerinde yoğunlaşıyorlar. Bu çok tehlikeli bir şeydir. Şimdi Kürdistan'ı her tanımladıklarında Kürt şarkıları, Kürt şiirleri üzerinden tanımlıyorlar. Yakında işte Kürt kıyafetler falan diyerek listeyi uzatacaklar. Bunları çöpe atalım demem ama dünya bunların üzerine de kurulmaz. Dolaysıyla bu tarz 'keyif'ler üzerinden birleşen gruplar, cemaatler ontolojik bir sıkıntı içerisindeler. Bir araya gelmelerini belli bir keyif örgütlenmesi vasıtasıyla tesis ettikleri için, dışarıda kalan o keyiflerle keyiflenmeyen ve bu suretle o keyifleri nefyeden (olumsuzlayan), nefyettiği için de yok edeceği farz edilen insanlar oluyor.
O andan itibaren mi gruplar arasında hizipleşmeler başlıyor?
Sizin bir hayat tarzınız var. Ben o hayat tarzı içinde miyim? Hayır. Değilsem ne demek bu? Demek ki tasvip etmiyorum, tasvip etmemek ne? Nefyediyorum demek. Nefyetmenin sonu nedir? Nihai olarak seni nefyettiğim nokta nedir abi?
Son raddede bana saldırıp yok etmeye çalışırsınız...
Evet. Seni öldürürüm. Birisini nefyetmenin sonu onu yok etmeye kadar gidebilir. Bu birisini öldürmek de olabilir, onu yanından kovmak, sürmek de olabilir ya da baskı altına almak da olabilir. Nihayetinde hepsi menfi amellerdir. Fantezide bunlar böyle şekilleniyor. Onu söylemeye çalışıyorum. Şuur-dışında milliyetçilik de böyle gelişiyor. Milliyetçi söyle düşünür: Öteki benim hayat tarzımı paylaşıyor mu? Dolaysıyla benim ideolojimi paylaşıyor mu? Dolaysıyla benim kimliğimi ve cemaatimi paylaşıyor mu? Paylaşmıyor. Demek ki reddediyor, nefyediyor. Bunun gideceği en son yer nedir? Demek ki benim sahip olduğum bütün keyifleri gasp edecek. Benim bütün hayat tarzımı bozacak. Benim bütün cemaatimi yok edecek. İşte bütün korku bu...
Yani Kemalistlerin dolaysıyla milliyetçilerin bu hükümetin yaptığı veya yapmaya çalıştığı her düzenlemede havaya fırlamasını bu şuur-dışına mı bağlamalıyız?
Evet kardeşim. Bütün korku ve tedirginlik bundan kaynaklanıyor. Korktukları kitle yüzde 50 oy aldığında çok daha fazla korkmaları gerekiyor. Şimdi korkularını çok daha rahat ifade edebilecek bir ortama sahipler. Artık öyle Ergenekonlar ortada cirit atmıyor. Her ne kadar paraleller cirit atıyorlarsa da onlar bu aralar dirsek teması halinde oldukları için birbirlerine zararları olmaz. Cemaat, CHP'ye destek verecek, onlar da şimdi onlara destek veriyorlar.
Dolaysıyla kendilerini çok rahat ifade edebiliyorlar. Her tür gösteri ve vandallığı çok rahat yapabiliyorlar. Tüm bunların üzerine mahalle baskısı diye bir kavram geliştirdiler. Dindarlar tarafından baskı altına alındıkarını iddia ediyorlardı. Tutmadı. Çünkü bu ülkede İslam'ı hakkıyla yaşamaya gayret eden yüzde 10'lık bir kısım ya var ya yok. Bunlar mı mahalle baskısı yapacak. Asıl yüzde 50'lilik Kemalist kesim baskı yaptı ve hala yapıyor. Ben yaşadım bunu sen yaşadın bir Kürt olarak. İnsanlar iş yerlerinde namaz kılamıyorlar. Kimse kılamaz demiyor ama mescit yok. Kemalistler dolu bir işyerinde Cuma günü camiye gidersin sana tip tip bakarlar. Yakın arkadaşlarımdan birisi her haliyle, bütün arkadaşları ve ailesiyle seküler bir çocuktu. Nişantaşılı bir beyaz Türktü. Bir gün dedi; Ya en azından Cuma namazına gideyim. O günden sonra iş yerinde mücahid, yobaz, el-Kaide vs denilerek alaya alındı. Baskı gördü artık tahammül edemeyeceği hale gelince kendisine en çok gadreden ağız dolusu küfrederek işten ayrıldı. Düşünün bu arkadaşım onlarla beraber bara giderdi, diskoya giderdi ama tek yaptığı cumaya gitmek oldu.
Düşünün bu onun yaşadığı; bir de bizim yaşadığımızı düşünün. Başbakan Erdoğan'ı düşünün; bir kadın gelse karşısına tokalaşmıyorum diyebilir mi? Hani bu adam otoriterdi, nasıl bir otoriterlikten bahsediyoruz? Erdoğan bir kadınla din icabı tokalaşmasın, emin olun o bu Kemalist darbe olsun diye feryat etmeye başlarlar. İnandığı dinin vecibelerini bile Kemalist baskıdan ötürü hakkıyla ifa edemeyen veremeyen bir başbakandan bahsediyoruz. Türkiye'deki mahalle baskısı da değildir. Bu gezegen baskısıdır, Gezegen! İslam'a göre caiz değildir bir erkeğin kadınla tokalaşması, git istediğin en Kemalist hocaya bile sor. Erdoğan sıkıyorsa tokalaşmasın. Bugün darbe olur. Boğaziçi'nin, Sabancı'nın pek anti-Kemalist hocaları yıllarca mahalle baskısı araştırması yaptılar durdular. Şimdi de CHP'den el sallıyorlar. Sen bunları görmeyeceksin, başörtülülerin uğradığı haksızlıkları, maruz kaldıkları ırkçı nefret ayinleri görmeyeceksin, Kürtlere yapılan zulümleri görmeyeceksin; sonra da utanmadan sıkılmadan hayat tarzlarında zerre değişiklik olmayan laiklerin uğradığı mahalle baskısından bahsedeceksin. Yazıklar olsun! Başka bir şey söylemiyorum.
Bu nasıl halledilecek? Hep böyle devam edemez herhalde?
İlk olarak şunu söyleyeyim; bu iş gidip ötekini olduğu gibi görmekle yani neyse o olarak görmekle çözülemez. Bu yetmez. Ötekiye (dindara, Kürt'e, Ermeni'ye vs.) dair yaptığı fantezi yatırımını sorgulaması gerekir. Neden şuur-dışında ötekiye dair fantezisinde böyle bir yatırım yaptı? Kimliğinin ve cemaatinin hangi açmazından kurtulmak için ötekiye dair bu denli ırkçı fanteziler geliştirdi? Bununla yüzleşmesi, hesaplaşması gerekiyor. Ötekinin keyif hırsızı, hayat tarzı bozguncusu olarak ırkçı bir şekilde tavsif edilmesi, öyle durduk yere gerçekleşmez. Milliyetçi/ırkçı; ötekiyi düşmanlaştırıldıkça, onu şeytanlaştırdıkça, kendi cemaati ve hayat tarzı için tehditkar bir mücrim olarak tescil ettikçe, kendi kimliğini ve cemaatini mümkün kılar. Kemalistler kendi kimliklerinin çekirdeğini dindarlara, Kürtlere ve Ermenilere karşı olan nefretlerinin teşkil ettiğini; ve böyle bir nefret olmadan, ötekiyi hayat tarzı bozguncusu olarak görmeden de Kemalist kimliklerinin berhava olacağını idrak etmeden ırkçılıktan kurtulamazlar.
Ötekisiz kalan bir milliyetçi kafayı yer o zaman...
Evet kesinlikle yer. Bunu bilmek için sosyolog olmaya lüzum yoktur. Sokaktaki sıradan bir adamdan bile şunu duyarız; PKK biterse MHP biter. Onu var eden o savaş. Tehditkar bir figürün olması onu var ediyor.
Açıkçası yaptığınız bu analiz benim de kafamı berraklaştırdı. Buradan itibaren konuyu artık toparlamak istiyorum. Son yaşananlara bakalım. Gezi Parkı'nda yaşananlar ve sonrasında hükümete karşı yapılan gösterilerde, konu çevre hassasiyetinden hayat tarzı ve özgürlüklere geldi. Siz ve eşiniz de Gezi'nin ilk günlerinde protestolara olumlu bakıyordunuz. Sonra ne oldu?
Konuşmamızın başından beri üzerinde durduğumuz ırkçı fanteziler 80 – 90 yıldan beri sekülerlerin şuurlarında ve şuur-dışlarında birikti ve bugüne kadar geldi. Biz Gezi sürecinde bunun tertipli bir iş olduğunu söyledik. Ben kendimi bildim bileli polis bu kadar sert müdahalede bulunmadı. Niye böyle oldu? Gezi Parkı'na ilk çıkan grupta çok yakın arkadaşlarım da vardı. Tek dertleri gerçekten çevreydi. Ne zaman ki polis onlara görülmemiş şekilde zulmetti, gadretti. O zaman herkes toplandı. İlk günlerde bugün adı yandaşa çıkmış ben dahi, Yıldıray'ından, Hilal'inden, Markar'ına kadar kim varsa, bizim gibi yobazlar bile çok tepki gösterdik polisin şiddetine. Sonra baktık; işin rengi değişti. Polis karşıtlığı AK Parti karşıtlığına dönüştü. Biz o zaman diyorduk ki bu işi emniyet içinden birileri tezgâhlıyor. Sonra zaten çadır yakmalar vs. yaşandı. Bugün artık biliyoruz ki o polisin içinde çok ciddi bir klik var. Cemaat var, paralellik var dibine kadar. Düşünün Başbakan'ın kriptolu telefonunu dinleyebilen bir paralellikten bahsediyoruz. O gün onların duruşuna bakın. Zaman Gazetesi'nin, STV'nin yayınlarına bakın. Hiçbir şey yapmadılarsa da göz yumdular. Bakın Gezi'de TGB'nin bayrakları vardı, PKK'nın da vardı. Bu Cemaat de hepsinden nefret eder(di). Oraya Ergenekoncuları temsil edecek kaç kişi gitti. Cemaatin adamlarına şunu dedim; Başka zaman olsa Gezi'ye en çok karşı çıkacak Cemaat de, grup da sizdiniz. Neden sessiz kaldınız?
Örneğin Cumhuriyet mitinglerinde Cemaat'in tavrı gayet netti...
Evet o zaman tavırları müthişti. Gayet seslerini çıkardılar. Akıl var izan var. Daha sonra anladık ki Hakan Fidan'ı alamaya çalışan bir paralellik var. 7 Şubat'ta herkes uyandı. Hükümet de dahil. MİT'in içerisinde temiz olduğuna inandığımız bir adam vardı ve onu devirmeye çalıştılar. Kürt barışını tesis eden, adamdır Fidan. İmralı'ya giden de yine bu MİT'i temizlemeye şeffaflaştırmaya çalışan da yine bu adam, sen gidip yine buna saldırıyorsun. Fidan'ı alsalardı sonra da Tayyip Erdoğan'ı alacaklardı ve vatana ihanetten yargılayıp darbe yapacaklardı. Oslo görüşmelerini de yine paraleller yayınladı ve oradan Erdoğan'ı mahkûm etmeye çalıştılar. Bugün yine aynı şeyleri yapmaya çalışıyorlar. Alevi öfkesi dinmiyor diye KJ yazdı Samanyolu. Berkin'in ölümü üzerinden bizleri eleştirdiler. Bakın önde gelen 'İslamcı' köşe yazarlarına; neredeyse tamamı Berkin'imiz için yazı yazdı. Doğan medyası ve Paralel medya tam tersini yaparak adeta insanları sokağa döküp daha fazla kan akması için olayı ajite ettiler. Kürt deyince çıldıran Alevi deyince kafayı yiyen Cemaat şimdi bunlar üzerinden hükümete vurmaya çalışıyor. Kusura bakmasınlar; artık herkes uyandı. Kimin ne olduğunu ne yapmaya çalıştığını herkes biliyor.
Bilmeyenler için söyleyelim siz Cemaati eleştirirken dışarıdan birinin gözüyle eleştirmiyorsunuz geçmişte çok yakındınız. Rahmetli babanız Prof. Dr. Salim Öğüt Mehtap TV'de katıldığı bir programda kalp krizi geçirdi. Gülen'in ailenize hediyeler gönderdiğini biliyoruz.
Kesinlikle öyle. İnanın 7 Şubat'a kadar ben yine iyimserdim. Dershanelerine gittiğim, okullarında okuduğum, muhtelif kurumlarında seminer verdiğim bu insanların çoğunluğunun kötü niyetli olduklarını düşünmüyordum. Cemaatte başka bir grubun etkili olduğu fikrini bile savundum. Ama çok üzdüler beni çok. 3 yıl önce cemaat hakkında uzun bir güzelleme yaptıktan sonra yalnızca Türkçe Olimpiyatlarını eleştiren bir yazı yazdım diye paraleller beni dinlemeye almışlar. Gazetenin editörünü arayıp nasıl bu yazıyı yayınlarsınız diye baskı yapmışlar. Bugün medya özgürlüğü diye çığıranlar dün beni yazıma sansür yapılsın diye kırk takla atıyorlardı. Cemaatin bu tür tutarsızlıkları ve ahlaksızlıkları o zaman bizi şaşırtıyordu ama bugün şaşırtmadığı gibi tiksinti uyandırıyor sadece.