Geçen ay, taptaze bir kitap yayınladınız. İsmi: Çocukluğumun Tarsus'u… Doğup büyüdüğünüz Tarsus'a dair anılarınızı, çocukluğunuz ve ilk gençlik yıllarınızın Tarsus'unu, akrabalarınızı, Tarsus'un gündelik hayatını, aslında bir nevi Türkiye'nin 60'larını, 70'lerini anlattınız. Bu kitabı okuduğum zaman şunu hissettim, bu zaman dilimine dair okuduğum pek çok hatıratta hüzünlü ve ölçülü bir mutluluk, samimi, mütevazı ama halinden şikâyet etmeyen bir yaşam var. Bizler bugün bir yaz akşamı gece 11'de kalkıp bir komşumuza gidemiyoruz, hâlbuki eskiden gelen hatıralarda hep böyle teklifsiz bir samimiyet var.
Oral Çalışlar: Evet, cemaat toplumundan birey toplumuna geçişin krizi bu. 50-60 sene evvel daha cemaat toplumu halinde yaşıyorduk. Daha büyük aileler içinde yaşıyorduk, mahalle kültürü farklıydı. Evler tek katlı veya iki katlı idi. O yüzden her mahallede 20-30 aile varsa herkes birbirini tanıyordu. Şimdi, birey toplumuna geçince, kapitalizmin kuralları işlemeye başlayınca, bunlar büyük ölçüde kayboluyor. Günümüzde bir apartmanda kalıyorsunuz 40-50 daireli. Hiç kimseyi tanımıyorsunuz. Kapıda bile karşılaşsanız tanımayacağınız insanlarla bir arada yaşıyorsunuz. Aslında bir bakıma geçmişe 'ne güzel, ne iyiydi' diyerek oyalanmaktansa, yeni duruma adapte olmak, bu yeni durumla kolektif bir hayat nasıl yaratılabilir diye sil baştan düşünmek gerekiyor. Geçmişe dönmek mümkün değil, ama birbirimizi daha iyi anlayan, daha sıkı ilişkiler kurabildiğimiz yeni bir hayat tarzı oluşturmak mümkün. Bence, bilinçli olarak birbirimize, arkadaşlarımızla ve ailemizle ilişkilerimize zaman ayırmamız gerekiyor. Geçmişteki o durumu yeniden kuramayız, çünkü o başka bir kültürün, başka tarihsel koşulların ürünü. Ama birbirimizle daha fazla ilişki kurabiliriz, dostlarımızla daha fazla vakit geçirebiliriz.